facebook

29 Kasım 2011 Salı

Acı kendini hatırlatır

"Bilmiyorumkadın", Recep Genel"in ilk romanı. Burada anlatılan bir aşk hikâyesi olsa da, geçmişten kalan acıların her şey gibi aşklarını da zehirlediği karakterlerinin trajik hikâyesini anlatmasıyla öne çıkıyor.


Üstesinden gelinemeyen acı, fırsat bulduğu her anda kendini hatırlatır. Bu yüzden hiç eskimez. Çünkü acı sonlanmadığı durumlarda, her söz ve kelimeyle varlığını ispat etmeye kalkışır, bunu çoğu zaman başarır da. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, Türkiye’nin yakın tarihinde egemenlerin, kendini bu toprakların tek sahibi sayanların, farklı anlayışlar için yarattığı cehennem ortada. Muhalif kesimin döne dolaşa, yaşadığı acıya gelmesinin nedeni, bu büyük cendereyi yaratanların küstahlığı değil mi? Bu kesimlerin acılarını unutamamalarının biricik nedeni, yaşadıkları hiçliğin telafi edilmemekteki ısrarı değil mi? Ve her seferinde acıyı, hiçliği, yitikliği dile getiren söz ile yazının, hiç eskimemesinin, hep diri, bugüne ve şimdiye dair kalmasının nedeni bu değil mi? Geçmişle hesaplaşma, acı çekmiş olanlardan, mağdurlardan özür dilendiği için önemlidir. Bunun tersi, tarihi kalın kapıların ardına kilitlemek, onu görmezden gelmek, unutmaya çalışmaktır. Oysa söze gelmesi ve yazıya dökülmesi gerekenler, her şeye rağmen, akacakları bir mecra bulurlar.
Bilmiyorumkadın, Recep Genel’in ilk romanı. Burada anlatılan bir aşk hikâyesi olsa da, geçmişten kalan acıların her şey gibi aşklarını da zehirlediği karakterlerinin trajik hikâyesini anlatmasıyla öne çıkıyor. 1990’lı yılların politik karmaşasında geçen roman, konumlandıkları zemini yitiren, yeni dünyaya uyum sağlamaya çalışırken kendilerini kör bir boşlukta çırpınıp durur halde bulan, fakat çok insani bir şekilde, bu aşamada aşkı da talep eden bireyleri anlatıyor. Bu aşk talebinin, yaşanan travmanın telafisi olarak düşünülmesi, öte yandan baskın olan acının bunu mümkün kılmaması kurgunun asıl temasını oluşturuyor. Burada, öne çıkan duygu aşk değil, bireyin tüm düşünüşüne egemen olmuş, hatta mutluluk duygusunu da elinden geldiğince zehirleyen acının kendisidir. Dolayısıyla çözüm bulunamamış acının, nihayetinde tüm duygulara sirayet edebilen yıkıcı gücü, Bilmiyorumkadın’ın temel çerçevesini oluşturuyor.
Yaşam gerekçeleri yaratmak
Bilmiyorumkadın farklı karakterleri ve onların öykülerini barındırsa da, asıl olarak Talat ile Behiye arasındaki ilişkiyi ve onların birbirine zıt duygularını hikâye edişiyle öne çıkıyor. Geçmişinde kalan sıkıntıların bugününü de şekillendirdiği Talat için aşk, hayat karşısındaki yenilgisinin üstesinden gelmesinin biricik yoludur. Çünkü böylesi bir duygu sayesinde, yaşadığı yeniklik hissini, gündelik hayatla arasındaki kopukluğu ve yabancılaşmayı aşabileceğine inanır. İşte, “Kendi yıkıntılarının arasında yaşamayı bilmelisin” (s. 7) diyen Talat’ın tek talebi, bunu telafi etmekten başka bir şey değildir. Fakat bu beklenti, ilişkinin diğer tarafı Behiye’nin karmaşık dünyası düşünüldüğünde karşılığını bulamaz. Aşkı neredeyse sadece korkularıyla algılayan ve anlatıcının “Tutunmayı da, bağlanmayı da bilmeyen” (s. 27) olarak tanımladığı Behiye ise, hayalindeki sevginin gerçek hayatta izdüşümünün olmadığına inanır. Bu durum, her iki taraf için de bir aşırılığa işaret ediyor. Artık kaybedecek pek bir şeyi olmayan Talat, tüm inancını bu sevgiye bağladığı için aşırı; Behiye ise, içine kapanık ve sürekli kendini savunur durumda hissetmesinden dolayı aşırıdır.
Fakat metin, ikilinin bu huzursuz iç dünyalarının dışa yansımaları üzerine kurulurken, tatmin edici bir sevginin yaratılamamasının, gerçeklerle, yani toplumun “ortak yazgısıyla” ilişkisini de ihmal etmiyor. Burada asıl vurgulanması gereken, karakterlerin trajediyle kurdukları güçlü bağlar kadar, bu trajedinin oluşumundaki önemli dışsal etkenlerdir. Genel’in kurgusunun, karakterlerinin umutsuz dünyaları kadar, insanı yıkımın eşiğine getiren siyasal-sosyal etkileri de yeterli derecede esere yedirdiğini vurgulamakta fayda var. Bu öyküden görünen, her biri kaotik iç dünyalarının üstesinden gelmeye çalışanların, gerçekler ne kadar zorlayıcı olsa da, hayata devam edebilmek için kendilerince gerekçeler yaratma çabasıdır. Genel’in eserini gerçekçi kılan asıl etkenin, sevgiyi aşırı romantizmden ibaret bir duygu olarak tasvir etmeden, onu, politik karamsarlıklar, belirsizlikler ve ekonomik sorunlar gibi dışsal faktörler çerçevesinden işlemesidir diyebiliriz. Dolayısıyla, anlatıcının “Gelecek ve geçmişin olmadığı bir zaman diliminde, sadece aşkları değil, yaşamın kendisi de onları kuşatan kırık dökük ve umutsuz bir sarmal gibiydi,” (s. 73) cümlesi, üstesinden gelinemeyen gerçeklikler karşısında, karakterlerin her şeye rağmen umutlarını koruyabilme çabasına işaret ediyor.
Başka öyküler, başka dünyalar...
Yukarıda söylediğim gibi, Bilmiyorumkadın sadece Talat ile Behiye aşkından bahsetmiyor. Bu iki isimle ilişkili başka karakterler ve onların öyküleri de romanda karşımıza çıkıyor. Bunlar Cevdet, Yasemin ve Canan üçlüsü ile Ramazan ile Banu ikilisidir. Genel’in son karakterlerini öyküye katma biçimi, Talat ile Behiye’de olduğu gibi aşk eksenlidir ama, bunlar, kimi zaman diğer karakterlerle kesişen öyküleriyle kurguda yer buluyor. Örneğin Cevdet, Talat ile ortak bir geçmişten gelmesine rağmen, içinde bulunduğu karmaşadan kendine hiç pay çıkarmaması, adeta hiç etkilenmemesiyle öne çıkıyor. Umursamazlığıyla Cevdet bu dönemi, yarını olmayan ilişkilere savrularak ve daha çok unutarak yaşar. Kendisinin bu savruluşlardaki son durağı, özgüven sahibi, güçlü ve daha akılcı davranan Canan karakteri olur. Fakat öncesinde ilişkide bulunduğu kadınlardan Yasemin, güçsüz ve melankolik oluşuyla, Cevdet’in olumsuz ruh halinden daha çok etkilenir. Hatta, kadının trajik sona evrilen öyküsünde, Cevdet’in umursamaz ve savruk tavrının belirleyici bir rol oynadığı dahi söylenebilir.
Nihayet, Ramazan ile Banu birlikteliğinin, eserdeki en iyimser ve uyumlu sevgi ilişkisi olduğu söylenebilir. Yoksulluk sıkıntısını diğer karakterlerden daha yoğun yaşamalarına rağmen, bu ikilinin kaygı düzeyi, diğerlerinden daha düşüktür. Son olarak, Banu ve Ramazan’ın başka ülkelere kaçak yollarla göç etme girişimi ve ardından yaşadıklarının da, romana hareket kazandırdığını da belirteyim.

Hayata tutunmalarına, yeniden istemelerine yarayacak, bir söz, bir nefes duymayı umut etse de bu karabasanın ne zaman dağılacağına ilişkin bir işarete, emareye de sahip değildi. Beklemek, istemek yeterli değildi ki. Elinden gelen bir şeylerin olması ya da başka birinin uzatacağı bir el gerekiyordu. Sanki herkes kendi karabasanının karanlığına çekilmişti.
İdealler, gelenekler, kuramlar ve ahlakla örülürüz. Dönüp, dönüp “Hayat nedir? Ne istiyorum ben...” diye sorarız. Demirleyecek güvenli limanlar ararken, yelken açıp gitme gücüne sahip olmak da isteriz.
Aşkı, tutkuyu isteriz. Nefret etmeyi, asla unutmamayı ve hatırlamamayı dileriz. Hepsinden birazı gelir, bizi bulur. İstediğimiz renkte ve dokuda değildir. Tadı da arzuladığımız gibi değildir. Ama çağırdığımız, istediğimiz, özlediğimiz şeyin "o"  olduğunu kabullenmekten başkaca bir seçeneğimizin olmadığını da hissederiz.
Kitaptan
Erkan Canan / Radikal / 24 Ekim 2008