facebook

30 Kasım 2011 Çarşamba

Tanrının çorbasını içenlerin öyküsü

Diğerlerinden farklı özellikler taşısa da Kürtler, Aleviler ve Süryaniler gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında uygulanan Türkleştirme polikasından etkilenen bir etnik topluluk daha var. Recep Genel, onların öyküsünü romanlaştırdı. 

Kitaba adını veren "Tanrı'nın çorbasını İçmiştik" (Tham Yi Hıanthupsim Deefat) cümlesi Çerkesçe yakılmış Sarıkamış ağıtından bir mısra. 1914 yılında padişah Sancak- ı Şerif'i çıkartıp cihat ilan edince, 1864 Büyük Çerkes Sürgünü'nde anavatanları Kafkasya'yı terk etmek zorunda kalıp Anadolu'da Kayseri'nin Uzunyayla'sına yerleşmiş Çerkes de Kutsal Savaş için Kafkas Alaylarına katılıp cepheye gitmişlerdi.
Keskin Arap kılıçlarının, Rus silahlarının, İngilizler başta olmak üzere emparyalist ölüm makinelerinin hedefinde kaldıkları yetmezmiş soğuk ve sıcakla imtihan edilen Osmanlı Yiğitlerinden bir kısmını da onlar teşkil ediyordu.
Gazeteci-yazar Recep Genel'in İthaki Yayınevi tarafından yayınlanan "Tanrı'nın Çorbasını İçmiştik" adlı ikinci romanı o yılları değil ama o yılların acıları dinmeden yaşanan daha sonraki zaman dilimini kapsıyor.

Anadolu'da asilimasyon politikaları
Zaman, "Jandarmayı hükümeti üstünüze salarım" tehdidinin Anadolu'da geçerli akçe olduğu ve kimilerinin işlerini kolaylaştırdığı, kimilerinin hayatını zehir ettiği günleri.
1930 yıllarda Kayseri'de başlayıp İstanbul'a uzanan öykü çerçevesinde Türk olmayan unsurlara yönelik bir asimilasyon politikası olduğu savunuluyor ve bu politikaların  "Türkçe Konuş Vatandaş" kampanyaları ile de desteklendiğine dikkat çekiliyor.  Söz konusu politikanın eleştirildiği romanda Çerkeslerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların gözünden genç cumhuriyete yönelik bir sorgulama söz konusu.
Gazeteci-yazar Recep Genel, roman kahramanları için, "Balkanlarda, Çanakkale'de, Sarıkamış'ta Yemen'de, Trablusgarp'da ve son olarak Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu insanı ile omuz omuza savaştılar, Cumhuriyeti birlikte kurdular. Ne olduysa ondan sonra oldu. Okulları,gazeteleri, dernekleri kapatıldı. Dilleri yasaklandı. İsimleri, soy isimleri Türkleştirildi.  Bazen "Kafkas Türkleri", bazen "Moskof Tohumu" oldukları ileri sürüldü" diyor.
Roman yer yer servetlerin el değişimine iğnemeler yaparak, dönemin politik  atmosferini resmetmenin yanı  sıra fallar, büyüler  ve  gelenekler kıskacındaki taşra yaşamın özelliklerni okura hissettiriyor.
Recep Genel eserindeki kahramanı da;  "İstanbul'dan ayrıldığı andan başlayarak, sadece Hattu Aslen'di. Ve Hattu Aslen, İstanbul nedir bilmezdi. İstanbul'u sadece Aslan Güzelyurt görmüştü. Bir bedende iki ruh taşıyordu" diye özetliyor.
Roman karakteri Aslan Güzelyurt ne zaman İstanbul'dan ayrılmak istese, acıya boğuluyor, öksüzleşiyor. Ne zaman ki onu taşıyan araç Pazarören'den çıkıp Pınarbaşı'na doğru yol alsa, Hattu Aslen'in içini özlem basıyor, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi oluyor ve kapılarının önüne ulaşıncaya kadar yerlerini ezbere bildiği her değirmenin, her iğdenin, her söğüdün izini sürüyordu. Ve Uzunyayla'da, her ne kadar kendisini buraya ait hissetmese de burada Hattu Aslen olmak, o kabul etsin ya da etmesin Aslan Güzelyurt olmaktan daha iyiydi" sözleri ile Türkiye'de azınlık olmanın ağırlığını dile getiriyordu.

Yazar, Kayseri Pınarbaşılı ve Çerkes
Eserinde, "Çerkesler, bir taraftan sürgünde yaşamanın acıları ile boğuşurlarken, diğer yandan yeni yurtlarının bir parçassı olarak kabul edilmek için çaba harcıyorlardı" diyen  1968 Kayseri-Pınarbaşı doğumlu yazar aslında kendi doğup büyüdüğü toprakların ve halkının öyküsünü kendi gözünden yansıtıyor.
İstanbul Üniversitesi Iletişim Fakültesi mezunu olan yazar, eserinde kimi isimleri Çerkesçe olarak kullanıyor, romanın sonunda bu isimlerin anlamlarını içeren küçük bir de sözlük var.
Genel, 1992'de politik nedenlerle bir yıl cezaevinde kaldı. 1993 yılında Gençliğin Sesi Dergisi Yayın Yönetmeni olarak gazeteciliğe başlayan Recep Genel, çeşitli yayın organlarında yayın yönetmeni, yazıişleri müdürü, editör olarak görev aldı. İmzalı, imzasız çok sayıda haberi, makalesi yayımlanan yazar halen gazeteciliğe devam ediyor.
2008'de yayımlanan "Bilmiyorumkadın" (Scala Yayınları) ile okurların ve edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmişti. Yazar, Bilmiyorumkadın'da 90'lı yıllarda yaşanan politik karmaşanın, çatışmaların orta yerinde kendi açmazlarını, geçmişten gelen acılarını bir girdap gibi yanında taşıyan insanların hayata tutunma mücadelesini Behiye ve Talat'ın 'olmaz', 'onmaz' aşklarını olayların merkezine koyarak anlatıyordu.

Haber 7 / 01 Aralık 2009  

29 Kasım 2011 Salı

Acı kendini hatırlatır

"Bilmiyorumkadın", Recep Genel"in ilk romanı. Burada anlatılan bir aşk hikâyesi olsa da, geçmişten kalan acıların her şey gibi aşklarını da zehirlediği karakterlerinin trajik hikâyesini anlatmasıyla öne çıkıyor.


Üstesinden gelinemeyen acı, fırsat bulduğu her anda kendini hatırlatır. Bu yüzden hiç eskimez. Çünkü acı sonlanmadığı durumlarda, her söz ve kelimeyle varlığını ispat etmeye kalkışır, bunu çoğu zaman başarır da. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, Türkiye’nin yakın tarihinde egemenlerin, kendini bu toprakların tek sahibi sayanların, farklı anlayışlar için yarattığı cehennem ortada. Muhalif kesimin döne dolaşa, yaşadığı acıya gelmesinin nedeni, bu büyük cendereyi yaratanların küstahlığı değil mi? Bu kesimlerin acılarını unutamamalarının biricik nedeni, yaşadıkları hiçliğin telafi edilmemekteki ısrarı değil mi? Ve her seferinde acıyı, hiçliği, yitikliği dile getiren söz ile yazının, hiç eskimemesinin, hep diri, bugüne ve şimdiye dair kalmasının nedeni bu değil mi? Geçmişle hesaplaşma, acı çekmiş olanlardan, mağdurlardan özür dilendiği için önemlidir. Bunun tersi, tarihi kalın kapıların ardına kilitlemek, onu görmezden gelmek, unutmaya çalışmaktır. Oysa söze gelmesi ve yazıya dökülmesi gerekenler, her şeye rağmen, akacakları bir mecra bulurlar.
Bilmiyorumkadın, Recep Genel’in ilk romanı. Burada anlatılan bir aşk hikâyesi olsa da, geçmişten kalan acıların her şey gibi aşklarını da zehirlediği karakterlerinin trajik hikâyesini anlatmasıyla öne çıkıyor. 1990’lı yılların politik karmaşasında geçen roman, konumlandıkları zemini yitiren, yeni dünyaya uyum sağlamaya çalışırken kendilerini kör bir boşlukta çırpınıp durur halde bulan, fakat çok insani bir şekilde, bu aşamada aşkı da talep eden bireyleri anlatıyor. Bu aşk talebinin, yaşanan travmanın telafisi olarak düşünülmesi, öte yandan baskın olan acının bunu mümkün kılmaması kurgunun asıl temasını oluşturuyor. Burada, öne çıkan duygu aşk değil, bireyin tüm düşünüşüne egemen olmuş, hatta mutluluk duygusunu da elinden geldiğince zehirleyen acının kendisidir. Dolayısıyla çözüm bulunamamış acının, nihayetinde tüm duygulara sirayet edebilen yıkıcı gücü, Bilmiyorumkadın’ın temel çerçevesini oluşturuyor.
Yaşam gerekçeleri yaratmak
Bilmiyorumkadın farklı karakterleri ve onların öykülerini barındırsa da, asıl olarak Talat ile Behiye arasındaki ilişkiyi ve onların birbirine zıt duygularını hikâye edişiyle öne çıkıyor. Geçmişinde kalan sıkıntıların bugününü de şekillendirdiği Talat için aşk, hayat karşısındaki yenilgisinin üstesinden gelmesinin biricik yoludur. Çünkü böylesi bir duygu sayesinde, yaşadığı yeniklik hissini, gündelik hayatla arasındaki kopukluğu ve yabancılaşmayı aşabileceğine inanır. İşte, “Kendi yıkıntılarının arasında yaşamayı bilmelisin” (s. 7) diyen Talat’ın tek talebi, bunu telafi etmekten başka bir şey değildir. Fakat bu beklenti, ilişkinin diğer tarafı Behiye’nin karmaşık dünyası düşünüldüğünde karşılığını bulamaz. Aşkı neredeyse sadece korkularıyla algılayan ve anlatıcının “Tutunmayı da, bağlanmayı da bilmeyen” (s. 27) olarak tanımladığı Behiye ise, hayalindeki sevginin gerçek hayatta izdüşümünün olmadığına inanır. Bu durum, her iki taraf için de bir aşırılığa işaret ediyor. Artık kaybedecek pek bir şeyi olmayan Talat, tüm inancını bu sevgiye bağladığı için aşırı; Behiye ise, içine kapanık ve sürekli kendini savunur durumda hissetmesinden dolayı aşırıdır.
Fakat metin, ikilinin bu huzursuz iç dünyalarının dışa yansımaları üzerine kurulurken, tatmin edici bir sevginin yaratılamamasının, gerçeklerle, yani toplumun “ortak yazgısıyla” ilişkisini de ihmal etmiyor. Burada asıl vurgulanması gereken, karakterlerin trajediyle kurdukları güçlü bağlar kadar, bu trajedinin oluşumundaki önemli dışsal etkenlerdir. Genel’in kurgusunun, karakterlerinin umutsuz dünyaları kadar, insanı yıkımın eşiğine getiren siyasal-sosyal etkileri de yeterli derecede esere yedirdiğini vurgulamakta fayda var. Bu öyküden görünen, her biri kaotik iç dünyalarının üstesinden gelmeye çalışanların, gerçekler ne kadar zorlayıcı olsa da, hayata devam edebilmek için kendilerince gerekçeler yaratma çabasıdır. Genel’in eserini gerçekçi kılan asıl etkenin, sevgiyi aşırı romantizmden ibaret bir duygu olarak tasvir etmeden, onu, politik karamsarlıklar, belirsizlikler ve ekonomik sorunlar gibi dışsal faktörler çerçevesinden işlemesidir diyebiliriz. Dolayısıyla, anlatıcının “Gelecek ve geçmişin olmadığı bir zaman diliminde, sadece aşkları değil, yaşamın kendisi de onları kuşatan kırık dökük ve umutsuz bir sarmal gibiydi,” (s. 73) cümlesi, üstesinden gelinemeyen gerçeklikler karşısında, karakterlerin her şeye rağmen umutlarını koruyabilme çabasına işaret ediyor.
Başka öyküler, başka dünyalar...
Yukarıda söylediğim gibi, Bilmiyorumkadın sadece Talat ile Behiye aşkından bahsetmiyor. Bu iki isimle ilişkili başka karakterler ve onların öyküleri de romanda karşımıza çıkıyor. Bunlar Cevdet, Yasemin ve Canan üçlüsü ile Ramazan ile Banu ikilisidir. Genel’in son karakterlerini öyküye katma biçimi, Talat ile Behiye’de olduğu gibi aşk eksenlidir ama, bunlar, kimi zaman diğer karakterlerle kesişen öyküleriyle kurguda yer buluyor. Örneğin Cevdet, Talat ile ortak bir geçmişten gelmesine rağmen, içinde bulunduğu karmaşadan kendine hiç pay çıkarmaması, adeta hiç etkilenmemesiyle öne çıkıyor. Umursamazlığıyla Cevdet bu dönemi, yarını olmayan ilişkilere savrularak ve daha çok unutarak yaşar. Kendisinin bu savruluşlardaki son durağı, özgüven sahibi, güçlü ve daha akılcı davranan Canan karakteri olur. Fakat öncesinde ilişkide bulunduğu kadınlardan Yasemin, güçsüz ve melankolik oluşuyla, Cevdet’in olumsuz ruh halinden daha çok etkilenir. Hatta, kadının trajik sona evrilen öyküsünde, Cevdet’in umursamaz ve savruk tavrının belirleyici bir rol oynadığı dahi söylenebilir.
Nihayet, Ramazan ile Banu birlikteliğinin, eserdeki en iyimser ve uyumlu sevgi ilişkisi olduğu söylenebilir. Yoksulluk sıkıntısını diğer karakterlerden daha yoğun yaşamalarına rağmen, bu ikilinin kaygı düzeyi, diğerlerinden daha düşüktür. Son olarak, Banu ve Ramazan’ın başka ülkelere kaçak yollarla göç etme girişimi ve ardından yaşadıklarının da, romana hareket kazandırdığını da belirteyim.

Hayata tutunmalarına, yeniden istemelerine yarayacak, bir söz, bir nefes duymayı umut etse de bu karabasanın ne zaman dağılacağına ilişkin bir işarete, emareye de sahip değildi. Beklemek, istemek yeterli değildi ki. Elinden gelen bir şeylerin olması ya da başka birinin uzatacağı bir el gerekiyordu. Sanki herkes kendi karabasanının karanlığına çekilmişti.
İdealler, gelenekler, kuramlar ve ahlakla örülürüz. Dönüp, dönüp “Hayat nedir? Ne istiyorum ben...” diye sorarız. Demirleyecek güvenli limanlar ararken, yelken açıp gitme gücüne sahip olmak da isteriz.
Aşkı, tutkuyu isteriz. Nefret etmeyi, asla unutmamayı ve hatırlamamayı dileriz. Hepsinden birazı gelir, bizi bulur. İstediğimiz renkte ve dokuda değildir. Tadı da arzuladığımız gibi değildir. Ama çağırdığımız, istediğimiz, özlediğimiz şeyin "o"  olduğunu kabullenmekten başkaca bir seçeneğimizin olmadığını da hissederiz.
Kitaptan
Erkan Canan / Radikal / 24 Ekim 2008

Biyografi


Recep Genel, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesine bağlı Beshkızakhable (Hilmiye) köyünde dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi, iletişim Fakültesi mezunu. Recep Genel 1993 yılında Gençliğin Sesi'nin Yayın Yönetmeni olarak gazeteciliğe başladı. İmzalı, imzasız çok sayıda makalesi yayımlandı. Çeşitli yayın organlarında yayın yönetmeni, yazıişleri müdürü, editör olarak görev aldı. Recep Genel'in ilk romanı olan “Bilmiyorumkadın” (Scala Yayınları) 2008'de yayımlandı. Okurların ve edebiyat çevrelerinin beğenisini kazanan “Bilmiyorumkadın” 90'lı yıllarda Türkiye’de yaşanan politik karmaşanın, çatışmaların orta yerinde, kendi açmazlarını, geçmişten gelen acılarını bir girdap gibi yanında taşıyan insanların hayata tutunma mücadelesini Behiye ve Talat'ın 'olmaz', 'onmaz' aşklarını olayların merkezine koyarak anlatıyordu. Recep Genel, “Tanrının Çorbasını İçmiştik” (2009, ithaki Yayınları) adlı ikinci eserinde ise 1930 yıllarda Kayseri’de başlayıp İstanbul’a uzanan bir öykü ekseninde cumhuriyetin ilk yıllarında “Türkçe Konuş Vatandaş” kampanyaları ile de desteklenerek sürdürülen asimilasyon politikalarını eleştiriyor. Roman aynı zamanda Çerkes, Kürt, Ermeni ve Rumların gözünden genç cumhuriyeti de sorguluyor.

BİLMİYORUMKADIN
Scala Yayınları,
Temmuz 2008, 196 sayfa
Recep Genel, Bilmiyorumkadın’da toplumun çok farklı kesimlerinden insanları ortak acılar etrafında bir araya getirerek, toplumsal çatışmaların yarattığı sorunların ne kadar derin izler bırakabileceğini göstermek isterken, her insanın hayatının bir parçası olan aşkın da bu yaralardan nasibini alacağını da gösteriyor. Romanın ana kahramanlarının geçmişte aidiyet ilişkisi kurdukları şeylerden bir şekilde ayrı düşmüş ve geleceğe de dair umutlarını yitirmiş olmaları dikkat çekiyor. Kısacası, onların aşktan başka tutunabilecekleri bir şeyleri yok. Ancak, aşk tüm acıları unutturabilecek, her şeye iyi gelecek bir tılsım değildir. Recep Genel’in ilk romanı olan Bilmiyorumkadın aynı zamanda güçlü bir aşk hikâyesi… Üstelik sadece kitabın ana karakteri olan Behiye ve Talat’ın aşk hikâyesi de değil. Bilmiyorumkadın’da Ramazan ile Banu’nun birbirine tutunarak ayakta kalma çabaları ve birlikte yaşayabilmek için ülkeyi terk etme maceraları, Yasemin’in Cevdet’le yaşadığı ilişkinin yarattığı acılardan kurtulmak için kendini Erzurum’a sürgün etmesi romanda en az Behiye ve Talat’ın ilişkisi kadar ilgi ile okunuyor. Kitaptaki karakterlerin ortak yanı ise ait oldukları hayatlarından kopmuş, köklerinden koparılmış olmaları… 



TANRININ ÇORBASINI İÇMİŞTİK
İthaki Yayınevi,
Aralık 2009, 226
Tanrının Çorbasını İçmiştik, 1930’lu yıllarda Uzunyayla’da başlayıp İstanbul’a uzanan bir öykü ekseninde farklı etnik gruplardaki Türkiyelilerin gözünden cumhuriyetin ilk yıllarını resmederken, onların acılarla dolu var olma serüvenlerine de tanıklık ediyor. Recep Genel, romanı “Henüz her şeyin başıydı. Unutmak için de anlatmak için de erkendi... Çerkesler, bir taraftan sürgünde yaşamanın acıları ile boğuşurken, diğer yandan yeni yurtlarının bir parçası olarak kabul edilmek için çaba harcıyordu. Zaman içinde yitirdikleri benliklerinin yerine koyabilecek bir şeye hiçbir zaman sahip olamayacaklarını idrak edeceklerdi… Bu ülkenin bütün göçmenleri, bu ülkeden kopan tüm mülteciler gibi…” sözleriyle özetliyor. Çerkeslerin yaşadığı kimlik çatışmalarına da geniş yer veren romanda şu sözler dikkat çekiyor: “İstanbul’dan ayrıldığı andan başlayarak, sadece Hattu Aslen’di. Ve Hattu Aslen, İstanbul nedir bilmezdi. İstanbul’u sadece Aslan Güzelyurt görmüştü. Bir bedende iki ruh taşıyordu. Aslan Güzelyurt ne zaman İstanbul’dan ayrılmak istese, acıya boğulur, öksüzleşir, ne zamanki onu taşıyan araç Pazarören’den çıkıp, Pınarbaşı’na doğru yol alsa, Hattu Aslen’in içini özlem basar, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi olur ve kapılarının önüne ulaşıncaya kadar, yerlerini ezbere bildiği her değirmenin, her iğdenin, her söğüdün izini sürerdi... Yine Uzunyayla’daydı. Ve her ne kadar kendisini buraya ait hissetmese de, burada Hattu Aslen olmak, o kabul etsin ya da etmesin Aslan Güzelyurt olmaktan daha iyiydi.”