tag:blogger.com,1999:blog-91352320039342518262024-03-06T07:24:51.195+03:00Recep Genelrecep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comBlogger12125tag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-23233817367952717992014-02-09T12:03:00.000+02:002014-02-17T00:07:25.492+02:00 "No Sochi" seslerini duyuyor musunuz?<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBTgEVmHlOCD_wZDwJGXrKfaxjkhM-6D9r22ByyvCWySvE0qIEYqIrNzrWul7I_JiAIvyMTe4ejCd_WsJGs2vkFUZPhb9_ZOPAoLKxfgoVVj088KupId4Cuo_-Zt9DmLHIa6o8dpzGpM4/s1600/cerkezlerden-soci-isyani.jpg" imageanchor="1" style="display: inline !important; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBTgEVmHlOCD_wZDwJGXrKfaxjkhM-6D9r22ByyvCWySvE0qIEYqIrNzrWul7I_JiAIvyMTe4ejCd_WsJGs2vkFUZPhb9_ZOPAoLKxfgoVVj088KupId4Cuo_-Zt9DmLHIa6o8dpzGpM4/s1600/cerkezlerden-soci-isyani.jpg" height="220" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Çerkesler Rusya'nın İstanbul Başkonsolosluğu önünde <br />
Soçi'de yapılacak Olimpiyat oyunlarını protesto etti. </td></tr>
</tbody></table>
<b style="background-color: white;">RECEP GENEL</b><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Aylardır, bir kentin hayaleti, dünyanın birçok şehrinden ses veriyor, usul usul... Kimileri, açık seçik "No Sochi" seslerini duyuyor... Kimilerinin de kulağına, bir şeyler çalınıyor, gaipten sesler gibi...</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Duyduğunuz ses, Soçi’nin sesidir.</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Yazar J.R.R. Tolkien'in Hobbit’inde ülkesini geri almak için seferber olan cücelerin hikayesinde olduğu gibi, dünya yüzüne savrulmuş Çerkesler, kentlerini, yurtlarını geri istiyor.</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;"> Sesleri yeterince gür çıkmıyor olsa da, onlara kulak vermelisiniz...</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Sidney Olimpiyatları sırasında Avustralya, Olimpiyat meşalesini, Aborjin bir atlete yaktırdı ve bu süreç kıtanın asıl sahipleri olan Aborojinlerden 'özür dilenmesi'ne giden yeni bir politikanın da başlangıcı oldu. Böylece, Avusturalya bir nebze olsa da kanlı geçmişi ile yüzleşmeyi başardı.</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">İşte Rusya'nın yapamadığı şey de tam da bu oldu...</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Rusya, Çerkeslerin tarihi başkenti Soçi'de düzenleyeceği Olimpiyatlar için simge olarak katliamlarla özdeşleşen Kazakların folklorik motiflerini kullanmayı tercih etti... Yetmedi, son büyük savaşın yapıldığı yer olan ve adı "kızıl çayır" anlamına gelen Krasnaya Polyanna'yı Olimpiyat oyunlarının yapılacağı alan olarak seçti...</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Sürgünü, genetik bir miras gibi 150 yıldır yüreklerinde taşıyan Çerkesler, kentlerine, evlerine, mezarlarına saygı gösterilmesini istiyor.</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Deniz kaplumbağası Caretta Carettalar bile binlerce kilometre yol katederek, okyanusu aşıp, yumurtalarını bırakmak için doğdukları topraklara geri dönüyor... Çerkeslerin sürüldükleri kıyılara duyduğu sevgi, bağlılık, özlem çok mu?</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">İnsanların, yurtlarına sahip çıkma hakkı yok mu?</span><br />
<div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<br /></div>
recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-25554565412903252992013-12-30T23:42:00.000+02:002013-12-30T23:42:12.303+02:00Hakkını helal et Havva Teyze<b style="background-color: white;"><br class="Apple-interchange-newline" />RECEP GENEL</b><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Yaramazlıktan başka bir şey bilmeyen çocuklarken de, başında kavak yelleri esen, koca koca hayallerin peşinden koşan gençler olduğumuzda da, paramparça bir puzzle'a dönen hayatlarımızı toparlamaya çabalayan orta yaşlı insanlara dönüştüğümüzde de,onlar sadece bizi gözetir, bizi koruyup kollamaktan başka bir şey de düşünmezdi.</span><br />
<span style="background-color: white;">Biz ise, hep çok meşguldük, hep yapacak çok önemli işlerimiz vardı.</span><br />
<h2>
<span style="background-color: white;"><br /></span></h2>
<span style="background-color: white;">Onları kaybettiğimiz ana kadar, sonsuza değin bizimle yaşayacakları yanılgısıyla yaşadık... Ne yazık ki; onların bıraktığı boşluğu doldurabilecek, ne olursa olsun, bize kucak açacak hiç kimse kalmadığında, onların hayatlarımız için ne kadar kıymetli olduklarının farkına vardık.</span><br />
<span style="background-color: white;">Tolstoy, "Gelecek bugünü heba edecek kadar değerli değildir" demiş olsa da biz bunun tam tersi hayatlar sürdük. "Bu gün" hep kıymetsiz heba edilecek bir şeydi ve "gelecek" ise düşlediğimiz herşeyin temsilcisiydi. Şimdi "dün için, yarın olan" onca günü tükettikten sonra "Ne çok gün ziyan etmişiz" diye hayıflanıyoruz...</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<b style="background-color: white;">Evlerimiz onların adıyla anılırdı</b><br />
<span style="background-color: white;"><b><br /></b><b>"</b>İnsanın anavatanı çocukluğudur" derler ya... Hala gözlerimi uykuya verdiğim bazı geceler Sergi Sokak'a gidiyorum. Orada; annemi, Havva Teyze'yi, Nazmiye Abla'yı, Fadime Abla'yı ve daha birçoklarını aynı yaşta, aynı kıyafetlerle, beni bekler buluyorum... Bir, ben yaşlanmış uzun yollardan, uzun yolculuklardan dönmüş oluyorum. Onlar tıpkı yıllar önce bıraktığım gibi, bazen salça kaynatıyor, bazen gün batımında fasülye ayıklıyor, bazen fısır fısır dertleşiyor oluyorlar.</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Bizim sokağımızda her ev, o evin kadınıyla anılırdı. "Havva Teyzeler", "Nazmiye Ablalar" derdik... Kocalarının ya da akranlarımızın isimleri ile anmazdık o evleri... O kadınlar, her koşulda sofralara sıcak yemekler koyarak, yoksulluk ne kadar büyük olursa olsun, onu yamamanın bir yolun bularak, o ailelerin isimleri haline gelecek kadar renklerini, dokularını ve ömürlerini o evlere vermişti ...Orası Havva Teyze'nin kalesiydi... O yüzden Özcanlar, İbrahim amcalar değil, "Havva Teyzeler" derdik. Onlar da bizim ev için "Perihan Ablalar" derdi.</span><br />
<span style="background-color: white;">Yıllar sonra bile, ne zaman yolum kasabaya düşse mabetler arasında gezinir gibi, kutsal topraklara ayak basmış biri gibi, usulcacık adımladım o sokağı...</span><br />
<span style="background-color: white;">Ara sıra da tüm hayatını Sergi Sokak'taki o evde geçiren Havva Teyze ile de karşılaşma şansına sahip oldum. Ve onca yıla, onca yorgunluğa rağmen, birazıcık yaşlanmış bulsam da Havva Teyze'yi hiç değişmemiş görmenin mutluluğu ile ayırılırdım.</span><br />
<span style="background-color: white;">Çocukluk arkadaşlığımız daim olsa da, Özcanla yıllarca yollarımız ayrı düştüğü vakitlerde de Hava Teyze'nin ilgisi, sevgisi, şefkati hiç değişmedi....</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;"> <b>Komşular akrabadan daha yakındı </b></span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Öyle komşuluklar bu günlerin apartman hayatına taşınmadı. Bizim çocukluğumuzda ise apartman sadece bir binanın adıydı. Tüm kasaba da apartaman dediğinde orası gelirdi aklımıza... Şimdiki benzerleri gibi, çok katlı, soğuk ve çirkin bir binaydı.</span><br />
<span style="background-color: white;">Bizim evlerimiz; önlerinde ya da arkalarında küçük bir bahçesi olan, tek katlı toprak sıvalı, yolun iki tarafına sıra sıra dizilmiş adeta birbirinin kopyası gibiydi. Ve o evlerde, komşular akrabadan daha yakın olurdu. Malum "ev alma komşu al" yıllarında yaşıyorduk. Babam da kasabadaki evi alırken, eve değil komşulara bakmıştı...</span><br />
<span style="background-color: white;">Biz hangi dilde konuşursak konuşalım, Havva Teyze her zaman bize usul usul kendine özgü yumuşak bir Çerkesceyle yanıt verirdi... Acelesiz, duru, tane tane fısıldardı sözcükleri... Türkiye tarihi kadar uzun ve bir o kadar sıkıntılarla dolu onca yıla rağmen, bir kez olsun, sıkıntılarını dillendirdiğine tanık olmadım.</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Geçtiğimiz günlerde 82 yaşında Havva Teyze'yi de yitirdim. "Yitirdim" diyorum çünkü, o benim için anne yarısıydı. Ve onun her zaman ve tek derdi bizlerdik...</span><br />
<span style="background-color: white;">Keşke son bir kez karşılaşıp "Hakkını helal et" diyebilseydim. Ne yazık ki, biz hala çok meşgulüz... Ne yazık ki, hala sevdiklerimizle helalleşecek fırsat bile bulamadığımız bir koşturmacanın içindeyiz....</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;"> Ömrünü bizi koruyup, gözetmeye ayıran o kadınlar ise söz konusu, kendi dertleri tasaları olduğunda, ağız birliği etmişçesine "Ziyanı yok yavrum, işinizden gücünüzden geri kalmayın" derdi...</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span>
<span style="background-color: white;">Hakkını helal et, Havva Teyze... Bir insan kalbi durduğu vakit ölmüyor. Unutulduğu, anılardan silindiği vakit ölüyor. Sen, çok uzun yıllar daha seni tanıyanların, sevenlerin gönlünde yaşayacaksın...</span>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-53132701382718400692012-12-19T22:29:00.001+02:002012-12-19T23:39:05.778+02:00150 yılda içimize sindiremedik, içlerine sinemedik<br />
<div class="MsoNormal">
<b><span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">1967'de Golan Tepeleri</span></b><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">'</span><b><span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">ndeki köyleri bombalanan Çerkesler, bugün Şam'ın Rikneddin mahallesinde başka bir savaşın ortasında kaldı. Ve onlar tüm çatışmaları arkalarında bırakıp yurtlarına dönmek istiyor</span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicFwS8TzfuaOSa6M9TnwM4WGUsvgwcL8ES1EVrTfKYnpBQ9YpSbOuU4cG59lmVY99L3NhX2xuumY25J7YVDHy9KPAMrXF0hxB4dbOr8T6XhLhSB9_EdwkOnX71I9M-rzVtKC3lgYg3hw0/s1600/suriye22.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="233" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicFwS8TzfuaOSa6M9TnwM4WGUsvgwcL8ES1EVrTfKYnpBQ9YpSbOuU4cG59lmVY99L3NhX2xuumY25J7YVDHy9KPAMrXF0hxB4dbOr8T6XhLhSB9_EdwkOnX71I9M-rzVtKC3lgYg3hw0/s320/suriye22.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"><b><u>RECEP GENEL</u></b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">Çocukluğumda</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">
</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">"</span><i style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">Jolan wui gebe dahehar
k'idek'ejaa, Jolan wui koeje dahehar k'iteuwuja'a*"</i><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> diye başlayan bir
ağıt söylenirdi, Uzunyayla'da. Ağıt, Arap-İsrail Savaşı sırasında Golan
Tepeleri</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">'</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">ndeki Çerkes köylerinin bombalanmasını anlatıyordu. Ve biz o ağıtı,
kendi köylerimizin bombalanması kadar derinden hissederek dinlerdik. Çünkü,
Ürdün, İsrail ve Suriye Çerkesleri ile farklı coğrafyalara savrulmuş olsak da
tarihsel bağlarımız bir yana kesintisiz devam eden ilişkilerimiz vardı.</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">1967'de Golan Tepelerindeki köyleri
bombalanan o Çerkesler, bugün Şam'ın Rikneddin mahallesinde başka bir savaşın
ortasında kaldı.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Ve Suriye'de yaşayan Çerkes yerleşim
bölgelerinden yine acı haberler geliyor. </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">Üstelik</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">
</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">bu kez</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">Çerkesler, önceki
savaşlarda olduğu gibi taraf olmuyor, savaştan çatışmadan uzak durmak istiyor. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">Çerkesler</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">artık bir başka savaşta, bir başka cephede daha kurşun sıkmak, ölmek,
öldürmek istemiyor. Sadece tarihi anavatanlarına geri dönmek ve sürgün
yıllarını</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">arkalarında bırakmak istiyor.
Suriye'deki tüm savaşların tarafı olan ve büyük acılar yaşayan Çerkeslerin bu iradesine
dünyanın saygı göstermesi gerekir.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Suriye Çerkesleri "Bu bizim savaşımız
değil" derken, iç savaşın yarattığı yıkımı yeterli görmeyen savaş lordları
da boş durmuyor. Onlar çatışma ortamını aynı zamanda etnik temizlik için bir
fırsat olarak değerlendiriyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Sadece Suriye'de değil, Çerkesler ne zaman bir savaşın ortasında
kalsa iki cephenin de düşmanı durumuna
düşmekten kurtulamıyor. Çünkü yerel etnik gruplar savaşın galibi olduklarında
Çerkeslerin o topraklardaki varlıklarının da son bulmasını istiyor. Tıpkı
Suriye'de olduğu gibi "düşman
kardeşler" etnik temizlik sözkonusu olduğunda söylem ve eylemde
ortaklaşıyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Çerkesler, Anadolu'nun, Ortadoğu'nun ve
Balkanların bütün savaşlarını kendi savaşı bildi. Her cephede kan döktü, kanı
döküldü... Ve </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">bu coğrafyanın bütün savaşlarında
kurşun attıktan sonra,</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">nihayet kendi
tarihsel gerçeklerini buldu. Onlar artık giderek daha yüksek sesle "Bu
savaşlar bizim değil... Biz kendi ülkemize kendi topraklarımıza dönmek
istiyoruz" diyor.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"><b><br /></b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: xx-small;"><b>Çerkeslerin başka bir yurdu yok</b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: xx-small;"><b><br /></b></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Çünkü Çerkeslerin sahip olduğu ve Çerkeslere kucak açacak yeryüzünde anavatanlarından başka bir yer yok. Zaten geçen 150 yıla rağmen yaşadığımız toprakları hiç içimize sindiremedik, hiç içlerine sinemedik.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Golan'da, Şam'da, Halep'te Çerkes
yerleşim bölgelerinin yeniden yerle bir edilmesine göz yummak istemeyen
soydaşları da yeni "Jolan"
ağıtları yükselmeden önce</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">,</span><span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11pt;"> Suriye Çerkesleri</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">'</span><span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11pt;">nin seslerini dünyaya duyurmak için ellerinden geleni yapmaya çabalıyor</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">Bu güne kadar yaşadığımız ülkelerin</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">iktidarları, Rusya bizim anavatanımızla
bağlarımızı yok etmeye çabaladı. Ancak</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">,</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> dünya insanların</span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px;">diledikleri ülkede, diledikleri şehirde kendi
kimlikleri ile yaşadığı bir döneme doğru hızla yol alıyor. Rusya da
Kafkasya'nın kapılarını daha uzun süre Çerkeslere kapalı tutamaz.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Ve Rusya, Çerkeslerin bunca zamandır yok
edilemeyen geri dönüş iradesinin önümüzdeki bir 150 yıl daha yaşayacağı
gerçeğini er ya da geç anlamak zorunda
kalacak.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Çerkeslerin anavatanlarına dönme iradesisni hafife alanlara Firavun'a rağmen, Mısır'ı terkedip ülkelerine dönmek isteyen
Yahudilerin tarihini yeniden okumasını
tavsiye ederim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span lang="EN-US" style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-fareast-font-family: "Arial Unicode MS"; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">* Golan, güzel dağların yaban oldu, Golan, güzel köylerin viran
oldu<o:p></o:p></span></i></div>
recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-12733657033334831532011-12-16T02:25:00.002+02:002011-12-16T02:33:55.104+02:00Ne zaman ‘Vatan’ kelimesini kullansam zihnimde soru işaretleri asılı kalıyor<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5WPl53o3sLF02gclnSMCI1Vv2Buz9XJZd51_Sd92EsS-YwCTK0blMk06OXR4-KumCWeGTJb7E9UJEuH8qE0nCDRAexlVA4GQWqPnSRxa41RUdDvZIFezOG6im7TVwgYsXh3chfcmEOcc/s1600/angela_toidze_kaberdeyler.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5WPl53o3sLF02gclnSMCI1Vv2Buz9XJZd51_Sd92EsS-YwCTK0blMk06OXR4-KumCWeGTJb7E9UJEuH8qE0nCDRAexlVA4GQWqPnSRxa41RUdDvZIFezOG6im7TVwgYsXh3chfcmEOcc/s320/angela_toidze_kaberdeyler.jpg" width="231" /></a><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><strong><span style="color: #444444;">Bir ülkenin vatandaşı olmak, o ülkenin insanları ile omuz omuza savaşmak, toprağını ekip biçmek, orayı senin yurdun yapmıyor. </span></strong><strong><span style="color: #444444;">Çerkesler "vatan" kelimesini sadece Kafkasya için kullanır. </span></strong><strong><span style="color: #444444;">Bu onların benliğine işlemiş ağır bir travmadır. </span></strong><strong><span style="color: #444444;">Nesiller boyunca yaşadıkları topraklara bir yabancı gibi bakar, bir çeşit mülteci hayatı sürerler.</span></strong></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #444444; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br />
</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="color: #444444; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Neden böyle bir roman yazmak istedim. Aslında nedenleri hem oldukça basit hem de oldukça karmaşık. Romandaki önemli mekanlardan biri olan Beshkızakhable benim doğduğum köy. Mahirbiy karakterini yaratırken ise bizzat kendi dedemi referans aldım. Ancak bu kadar kolay ve basit gibi görünse de aslında yazımı da bir o kadar güç bir çalışma oldu.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #444444; font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"> </span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><span style="color: #444444;">Kafkasya’dan geldiğimizi hepimiz bilirdik. İhtiyarlar anavatan hikâyeleri fısıldardı kulağımıza. Ama kasabada okula başladığımda çocukların “Moskof Tohumu” sataşmalarına da, Adigece konuşanların “Türkçe konuş, burası Türkiye” diye tartaklanmalarına da tanıklık ettim. </span>Hepsi bu kadar da değildi tabi. Pınarbaşı’nda çarşının ortasında bir kilise vardı ama cemaati hakkında kimse konuşmak istemezdi. Evleri mezarları yoktu. Onlardan geriye kalanlar hakkında rivayetler anlatılırdı. “ Filancalar aslında dönme, Ermeni onlar” derlerdi.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Ermeniler kasabadan ayrılalı neredeyse 60 yıl geçmişti. Ama kasabadaki birçok insan neden yaptıklarını bilmeden Newroz’u ve Hıdırellez’i, kutladıkları gibi Paskalya’yı kutlamayı sürdürüyordu. Elimizde boyalı yumurtalar kapı kapı gezip yumurta tokuşturduğumuz o bayramın Paskalya’dan akıllarda kalan izlerden başka bir şey olmadığını çok uzun yıllar sonra fark ettim. Ayrıca bu benim kasabama özgü bir şey de değildi. Kayseri’nin, Yozgat’ın, Nevşehir’in birçok yöresinde benzer şeyler yaşanıyordu.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Çerkesler için her şeyin dramatik bir başka boyutu daha vardı. Ayak bastığımız her toprak, sürgünde yaşadığımız bir yer, bir çeşit mülteci kampıydı. Dokunduğun, baktığın, yaşadığın ve paylaştığın ne varsa eksikti, yarımdı. En mutlu günlerde de, en acılı anlarında da hayatında her zaman bir “Keşke” olur. Yani çocukları uzak illerde ya da askerde falanken “Keşke o da burada olsaydı” denmesi gibi bir şeydir bu. Kim olduklarını bilmediğimiz, ama benliğimizin diğer yarısı olanlar vardı ve biz her zaman “Keşke, kendi vatanımızda olsaydık” “Keşke, anavatanda yaşayan yakınlarımızın akibetini bilseydik” diyerek yaşarız.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br />
</span><br />
<strong><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Çerkeslerin ortak acısı</span></strong><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Bizim evlerimizde "vatan" diye sadece Kafkasya’dan bahsedilirdi. Bu Çerkeslerin benliklerinde yaşayan ağır bir travmadır. Nesiller boyunca yaşadığın topraklara yabancı bir yurt gibi bakarsın, bir çeşit mülteci hayatı sürersin. O ülkenin vatandaşı olman, o ülkenin insanları ile omuz omuza savaşman, o ülkenin toprağını ekip biçmen hiçbir şey hiçbir şey bu gerçeği değiştirmez.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Bu sadece Türkiye’de değil, Balkanlarda, İsrail’de, Mısır’da, Suriye’de, Ürdün’de yaşayan Tüm Çerkeslerin ortak acısıdır. Sanırım bu yüzden olsa gerek kendimi her zaman sürgünde yaşayan biri gibi hissettim. Ve ne zaman “Vatan” kelimesini kullansam zihnimde soru işaretleri asılı kaldı.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Tüm bunların yanı sıra genç cumhuriyet Ermeniler, Rumlar, Kürtler ve Çerkesler için çok başka şeyleri de tarif ediyordu. Mesela İstanbul’da Çerkesce yayın yapan Guaze gazetesi, Çerkes dernekleri, Çerkes okullar kapatıldı. Ya da şapka devrimi ile birlikte sadece sarıklar çıkarılmadı. Böylece Çerkesler de başlarındaki kalpağı çıkarmak zorunda kaldı. Dedelerimiz, “Türkçe’den başka bir dilde konuşmak” suçlaması ile yargılandı, para ve hapis cezalarına çarptırıldı. Bu dedelerimizin yaşadığı bir şey olarak da kalmadı. 1991’de kızım dünyaya geldiğinde nüfus memurları Türkçe olmadığı için kızımın adını “Janset” olarak kaydetmeyi kabul etmedi. Uzun çabalardan sonra kızıma Janset’in Türkçe uyarlaması “Canset” adıyla kimlik çıkartabildim.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Yani aslında bugün Türkiye’nin gündemindeki demokratikleşme, Ermeni sorunu, Kürt sorunu vb. birçok sorunun temelleri 1930’lu yıllarda atıldı. Seksen yıl boyunca da Türkiye’nin en ağır sorunları olarak varlığını sürdürdü.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br />
</span><br />
<strong><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Dedemin hikâyesi de var</span></strong><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Bir dönem romanı yazmak oldukça güç bir uğraş. Özenli dikkatli ve büyük bir araştırma yapmayı gerektiriyor. Açıkçası ülkemiz bu konularda da çok sıkıntılı… 1930’ların Paris’i hakkında binlerce materyal bulabilirsiniz. Ama iş Kayseri’ye Uzunyayla’ya gelince durum değişiyor. “1930’larda hayat neye benzerdi. Nasıl giyinirler, ne yer ne içerler, nasıl seyahat ederlerdi” gibi sorular sorduğunuzda yanıtlarını aylarca aramanız gerekiyor. Nitekim öyle de oldu. 1930’lu yılların doğru bir portresini çizmek için 2 yıl boyunca fotoğraf arşivleri, dönemin hikayeleri, ansiklopediler, ne bulduysam okumak ve notlar almak zorunda kaldım. Kitabın önemli kahramanlarından Mahirbiy’i yazmak da kolay olmadı. Onun hakkında benim de ailemin de bildikler klişelerden ibaretti. 1. Dünya Savaşı’nda askere alınmış, önce Yemen ardından Amman’da savaşmıştı. Sonra kentin İngilizlerin eline geçtiği gece Amman Çerkesleri dedemi kurtarmıştı. Dedem o andan sonra 15 yıl Amman’da yaşamış, evlenmiş üç çocuk yapmıştı. 1930’larda ise ailesini bırakıp Türkiye’ye dönmüştü. Nitekim, ‘80li yıllarda benim öz yeğenim Ankara Ürdün Konsolosluğu’na atandı. Yıllarca Ürdün Konsolosluğunda memur olarak çalıştı. Emekli olduktan sonra Suriye’ye yerleşti. Karısı Suriyeli bir Çerkes’di. Yani ailemin trajedisini anlatmak bir bakıma Çerkes halkının trajedisini de anlatmak anlamına gelecekti.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br />
</span><br />
<strong><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">“Dört yılda tamamladım”</span></strong><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Ben Ürdün’ü hiç görmemiştim. Dedemin hikayesi hakkında da bildiklerim çok sınırlıydı. Bu yüzden aylarca 1. Dünya Savaşı’nda Ürdün ve Suriye’de olup bitenleri okuyarak kendi kahramanımı yaratmak zorunda kaldım. Yani roman, toplamda dört yıla yayılan bir araştırma ve çalışmanın ürünü olarak şekillendi.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Ben, bu çalışmayı hem kendi halkıma hem de doğduğum topraklara bir vefa borcu gibi görüyorum.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Tehcir’e uğrayan Ermeniler, mübadelede Türkiye’yi terk eden ya da Türkiye’ye gelenler, Balkan göçmenleri, ’93 muhacirleri ve daha niceleri bu ülkenin tarihinin ayrılmaz bir parçası. Dolayısıyla Anadolu’da yaşayan herkes biraz sürgün gibi yaşıyor. Bu tarife ülkeyi ekonomik ya da politik nedenlerle terk eden milyonlarca mülteciyi de eklerseniz hepimizin biraz göçmen ve biraz yurtsuz olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Bu yüzden sık sık geriye dönüp kendi benliğimizi, eksik ve yarım bir taraflarımızı tamamlama ihtiyacı duyuyoruz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Benim bu romanı yazmamın en önemli nedeni buydu.</span><br />
<br />
<b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">12 Kasım 2009’da Hürriyet ve Referans <br />
gazetelerinde yayımlanan söyleşinin tam metni…</span></b><br />
<div><span style="font-family: Calibri, sans-serif;"><em><br />
</em></span></div>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-46009116931001014472011-11-30T00:02:00.001+02:002011-11-30T00:02:53.850+02:00Tanrının çorbasını içenlerin öyküsü<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWtoT0unaFkP_diu763ug0ODxxC3PHVVLM1-zoowhRZa9eY6f2rStkYw-A9KOx7ZnUamiuKBS31uZBEAYS9xtYpPUjhCu9qq6wv-Z_u6u4wzU2CYK81jUVl8wD_wEo2M64NqAyVQSWW0Q/s1600/tanr%25C4%25B1n%25C4%25B1n_corbas%25C4%25B1n%25C4%25B1_icmistik.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWtoT0unaFkP_diu763ug0ODxxC3PHVVLM1-zoowhRZa9eY6f2rStkYw-A9KOx7ZnUamiuKBS31uZBEAYS9xtYpPUjhCu9qq6wv-Z_u6u4wzU2CYK81jUVl8wD_wEo2M64NqAyVQSWW0Q/s200/tanr%25C4%25B1n%25C4%25B1n_corbas%25C4%25B1n%25C4%25B1_icmistik.JPG" width="125" /></a></div><b>Diğerlerinden farklı özellikler taşısa da Kürtler, Aleviler ve Süryaniler gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında uygulanan Türkleştirme polikasından etkilenen bir etnik topluluk daha var. Recep Genel, onların öyküsünü romanlaştırdı. </b><br />
<br />
Kitaba adını veren "Tanrı'nın çorbasını İçmiştik" (Tham Yi Hıanthupsim Deefat) cümlesi Çerkesçe yakılmış Sarıkamış ağıtından bir mısra. 1914 yılında padişah Sancak- ı Şerif'i çıkartıp cihat ilan edince, 1864 Büyük Çerkes Sürgünü'nde anavatanları Kafkasya'yı terk etmek zorunda kalıp Anadolu'da Kayseri'nin Uzunyayla'sına yerleşmiş Çerkes de Kutsal Savaş için Kafkas Alaylarına katılıp cepheye gitmişlerdi.<br />
Keskin Arap kılıçlarının, Rus silahlarının, İngilizler başta olmak üzere emparyalist ölüm makinelerinin hedefinde kaldıkları yetmezmiş soğuk ve sıcakla imtihan edilen Osmanlı Yiğitlerinden bir kısmını da onlar teşkil ediyordu.<br />
Gazeteci-yazar Recep Genel'in İthaki Yayınevi tarafından yayınlanan "Tanrı'nın Çorbasını İçmiştik" adlı ikinci romanı o yılları değil ama o yılların acıları dinmeden yaşanan daha sonraki zaman dilimini kapsıyor.<br />
<br />
<b>Anadolu'da asilimasyon politikaları</b><br />
Zaman, "Jandarmayı hükümeti üstünüze salarım" tehdidinin Anadolu'da geçerli akçe olduğu ve kimilerinin işlerini kolaylaştırdığı, kimilerinin hayatını zehir ettiği günleri.<br />
1930 yıllarda Kayseri'de başlayıp İstanbul'a uzanan öykü çerçevesinde Türk olmayan unsurlara yönelik bir asimilasyon politikası olduğu savunuluyor ve bu politikaların "Türkçe Konuş Vatandaş" kampanyaları ile de desteklendiğine dikkat çekiliyor. Söz konusu politikanın eleştirildiği romanda Çerkeslerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların gözünden genç cumhuriyete yönelik bir sorgulama söz konusu.<br />
Gazeteci-yazar Recep Genel, roman kahramanları için, "Balkanlarda, Çanakkale'de, Sarıkamış'ta Yemen'de, Trablusgarp'da ve son olarak Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu insanı ile omuz omuza savaştılar, Cumhuriyeti birlikte kurdular. Ne olduysa ondan sonra oldu. Okulları,gazeteleri, dernekleri kapatıldı. Dilleri yasaklandı. İsimleri, soy isimleri Türkleştirildi. Bazen "Kafkas Türkleri", bazen "Moskof Tohumu" oldukları ileri sürüldü" diyor.<br />
Roman yer yer servetlerin el değişimine iğnemeler yaparak, dönemin politik atmosferini resmetmenin yanı sıra fallar, büyüler ve gelenekler kıskacındaki taşra yaşamın özelliklerni okura hissettiriyor. <br />
Recep Genel eserindeki kahramanı da; "İstanbul'dan ayrıldığı andan başlayarak, sadece Hattu Aslen'di. Ve Hattu Aslen, İstanbul nedir bilmezdi. İstanbul'u sadece Aslan Güzelyurt görmüştü. Bir bedende iki ruh taşıyordu" diye özetliyor.<br />
Roman karakteri Aslan Güzelyurt ne zaman İstanbul'dan ayrılmak istese, acıya boğuluyor, öksüzleşiyor. Ne zaman ki onu taşıyan araç Pazarören'den çıkıp Pınarbaşı'na doğru yol alsa, Hattu Aslen'in içini özlem basıyor, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi oluyor ve kapılarının önüne ulaşıncaya kadar yerlerini ezbere bildiği her değirmenin, her iğdenin, her söğüdün izini sürüyordu. Ve Uzunyayla'da, her ne kadar kendisini buraya ait hissetmese de burada Hattu Aslen olmak, o kabul etsin ya da etmesin Aslan Güzelyurt olmaktan daha iyiydi" sözleri ile Türkiye'de azınlık olmanın ağırlığını dile getiriyordu.<br />
<br />
<b>Yazar, Kayseri Pınarbaşılı ve Çerkes</b><br />
Eserinde, "Çerkesler, bir taraftan sürgünde yaşamanın acıları ile boğuşurlarken, diğer yandan yeni yurtlarının bir parçassı olarak kabul edilmek için çaba harcıyorlardı" diyen 1968 Kayseri-Pınarbaşı doğumlu yazar aslında kendi doğup büyüdüğü toprakların ve halkının öyküsünü kendi gözünden yansıtıyor.<br />
İstanbul Üniversitesi Iletişim Fakültesi mezunu olan yazar, eserinde kimi isimleri Çerkesçe olarak kullanıyor, romanın sonunda bu isimlerin anlamlarını içeren küçük bir de sözlük var.<br />
Genel, 1992'de politik nedenlerle bir yıl cezaevinde kaldı. 1993 yılında Gençliğin Sesi Dergisi Yayın Yönetmeni olarak gazeteciliğe başlayan Recep Genel, çeşitli yayın organlarında yayın yönetmeni, yazıişleri müdürü, editör olarak görev aldı. İmzalı, imzasız çok sayıda haberi, makalesi yayımlanan yazar halen gazeteciliğe devam ediyor.<br />
2008'de yayımlanan "Bilmiyorumkadın" (Scala Yayınları) ile okurların ve edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmişti. Yazar, Bilmiyorumkadın'da 90'lı yıllarda yaşanan politik karmaşanın, çatışmaların orta yerinde kendi açmazlarını, geçmişten gelen acılarını bir girdap gibi yanında taşıyan insanların hayata tutunma mücadelesini Behiye ve Talat'ın 'olmaz', 'onmaz' aşklarını olayların merkezine koyarak anlatıyordu.<br />
<br />
<b>Haber 7 / 01 Aralık 2009 </b><br />
<div><br />
</div>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-47079992731043759342011-11-29T23:50:00.002+02:002012-06-12T18:07:20.677+03:00Acı kendini hatırlatır<div style="background-color: white; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: "Trebuchet MS", Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 20px; outline-width: 0px; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; vertical-align: baseline;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKDS_c-_zGwI-N03d7D9MgrH7GsKs3KR4lUh7zoHmZ2A1Qh4CJMHV7gPYttHm8Lcah0YvE_abHrY_QDPg9j4gsrveTYxcIRjLWVBk7pkADT9W6svetsI3kkcnoyHk_eWBWbJkozw9mVEU/s1600/bilmiyorumkad%25C4%25B1n_kapak.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKDS_c-_zGwI-N03d7D9MgrH7GsKs3KR4lUh7zoHmZ2A1Qh4CJMHV7gPYttHm8Lcah0YvE_abHrY_QDPg9j4gsrveTYxcIRjLWVBk7pkADT9W6svetsI3kkcnoyHk_eWBWbJkozw9mVEU/s200/bilmiyorumkad%25C4%25B1n_kapak.JPG" width="132" /></a></div>
<b>"Bilmiyorumkadın", Recep Genel"in ilk romanı. Burada anlatılan bir aşk hikâyesi olsa da, geçmişten kalan acıların her şey gibi aşklarını da zehirlediği karakterlerinin trajik hikâyesini anlatmasıyla öne çıkıyor.</b></div>
<div style="background-color: white; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; outline-width: 0px; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; vertical-align: baseline;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: "Trebuchet MS", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: 15px; line-height: 20px;"><b><br /></b></span></span></div>
<div style="background-color: white; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; outline-width: 0px; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; vertical-align: baseline;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: "Trebuchet MS", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: 15px; line-height: 20px;"><b><br /></b></span></span></div>
<div style="background-color: white; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: "Trebuchet MS", Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 20px; outline-width: 0px; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; vertical-align: baseline;">
Üstesinden gelinemeyen acı, fırsat bulduğu her anda kendini hatırlatır. Bu yüzden hiç eskimez. Çünkü acı sonlanmadığı durumlarda, her söz ve kelimeyle varlığını ispat etmeye kalkışır, bunu çoğu zaman başarır da. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, Türkiye’nin yakın tarihinde egemenlerin, kendini bu toprakların tek sahibi sayanların, farklı anlayışlar için yarattığı cehennem ortada. Muhalif kesimin döne dolaşa, yaşadığı acıya gelmesinin nedeni, bu büyük cendereyi yaratanların küstahlığı değil mi? Bu kesimlerin acılarını unutamamalarının biricik nedeni, yaşadıkları hiçliğin telafi edilmemekteki ısrarı değil mi? Ve her seferinde acıyı, hiçliği, yitikliği dile getiren söz ile yazının, hiç eskimemesinin, hep diri, bugüne ve şimdiye dair kalmasının nedeni bu değil mi? Geçmişle hesaplaşma, acı çekmiş olanlardan, mağdurlardan özür dilendiği için önemlidir. Bunun tersi, tarihi kalın kapıların ardına kilitlemek, onu görmezden gelmek, unutmaya çalışmaktır. Oysa söze gelmesi ve yazıya dökülmesi gerekenler, her şeye rağmen, akacakları bir mecra bulurlar.<br />
Bilmiyorumkadın, Recep Genel’in ilk romanı. Burada anlatılan bir aşk hikâyesi olsa da, geçmişten kalan acıların her şey gibi aşklarını da zehirlediği karakterlerinin trajik hikâyesini anlatmasıyla öne çıkıyor. 1990’lı yılların politik karmaşasında geçen roman, konumlandıkları zemini yitiren, yeni dünyaya uyum sağlamaya çalışırken kendilerini kör bir boşlukta çırpınıp durur halde bulan, fakat çok insani bir şekilde, bu aşamada aşkı da talep eden bireyleri anlatıyor. Bu aşk talebinin, yaşanan travmanın telafisi olarak düşünülmesi, öte yandan baskın olan acının bunu mümkün kılmaması kurgunun asıl temasını oluşturuyor. Burada, öne çıkan duygu aşk değil, bireyin tüm düşünüşüne egemen olmuş, hatta mutluluk duygusunu da elinden geldiğince zehirleyen acının kendisidir. Dolayısıyla çözüm bulunamamış acının, nihayetinde tüm duygulara sirayet edebilen yıkıcı gücü, Bilmiyorumkadın’ın temel çerçevesini oluşturuyor.</div>
<div style="background-color: white; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: "Trebuchet MS", Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 20px; outline-width: 0px; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; vertical-align: baseline;">
<strong style="border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: inherit; font-weight: bold; margin: 0px; outline-width: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; vertical-align: baseline;">Yaşam gerekçeleri yaratmak</strong><br />
Bilmiyorumkadın farklı karakterleri ve onların öykülerini barındırsa da, asıl olarak Talat ile Behiye arasındaki ilişkiyi ve onların birbirine zıt duygularını hikâye edişiyle öne çıkıyor. Geçmişinde kalan sıkıntıların bugününü de şekillendirdiği Talat için aşk, hayat karşısındaki yenilgisinin üstesinden gelmesinin biricik yoludur. Çünkü böylesi bir duygu sayesinde, yaşadığı yeniklik hissini, gündelik hayatla arasındaki kopukluğu ve yabancılaşmayı aşabileceğine inanır. İşte, “Kendi yıkıntılarının arasında yaşamayı bilmelisin” (s. 7) diyen Talat’ın tek talebi, bunu telafi etmekten başka bir şey değildir. Fakat bu beklenti, ilişkinin diğer tarafı Behiye’nin karmaşık dünyası düşünüldüğünde karşılığını bulamaz. Aşkı neredeyse sadece korkularıyla algılayan ve anlatıcının “Tutunmayı da, bağlanmayı da bilmeyen” (s. 27) olarak tanımladığı Behiye ise, hayalindeki sevginin gerçek hayatta izdüşümünün olmadığına inanır. Bu durum, her iki taraf için de bir aşırılığa işaret ediyor. Artık kaybedecek pek bir şeyi olmayan Talat, tüm inancını bu sevgiye bağladığı için aşırı; Behiye ise, içine kapanık ve sürekli kendini savunur durumda hissetmesinden dolayı aşırıdır.<br />
Fakat metin, ikilinin bu huzursuz iç dünyalarının dışa yansımaları üzerine kurulurken, tatmin edici bir sevginin yaratılamamasının, gerçeklerle, yani toplumun “ortak yazgısıyla” ilişkisini de ihmal etmiyor. Burada asıl vurgulanması gereken, karakterlerin trajediyle kurdukları güçlü bağlar kadar, bu trajedinin oluşumundaki önemli dışsal etkenlerdir. Genel’in kurgusunun, karakterlerinin umutsuz dünyaları kadar, insanı yıkımın eşiğine getiren siyasal-sosyal etkileri de yeterli derecede esere yedirdiğini vurgulamakta fayda var. Bu öyküden görünen, her biri kaotik iç dünyalarının üstesinden gelmeye çalışanların, gerçekler ne kadar zorlayıcı olsa da, hayata devam edebilmek için kendilerince gerekçeler yaratma çabasıdır. Genel’in eserini gerçekçi kılan asıl etkenin, sevgiyi aşırı romantizmden ibaret bir duygu olarak tasvir etmeden, onu, politik karamsarlıklar, belirsizlikler ve ekonomik sorunlar gibi dışsal faktörler çerçevesinden işlemesidir diyebiliriz. Dolayısıyla, anlatıcının “Gelecek ve geçmişin olmadığı bir zaman diliminde, sadece aşkları değil, yaşamın kendisi de onları kuşatan kırık dökük ve umutsuz bir sarmal gibiydi,” (s. 73) cümlesi, üstesinden gelinemeyen gerçeklikler karşısında, karakterlerin her şeye rağmen umutlarını koruyabilme çabasına işaret ediyor.</div>
<div style="background-color: white; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: "Trebuchet MS", Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 20px; outline-width: 0px; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; text-decoration: none; vertical-align: baseline;">
<strong style="border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: inherit; font-weight: bold; margin: 0px; outline-width: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; vertical-align: baseline;">Başka öyküler, başka dünyalar...</strong><br />
Yukarıda söylediğim gibi, Bilmiyorumkadın sadece Talat ile Behiye aşkından bahsetmiyor. Bu iki isimle ilişkili başka karakterler ve onların öyküleri de romanda karşımıza çıkıyor. Bunlar Cevdet, Yasemin ve Canan üçlüsü ile Ramazan ile Banu ikilisidir. Genel’in son karakterlerini öyküye katma biçimi, Talat ile Behiye’de olduğu gibi aşk eksenlidir ama, bunlar, kimi zaman diğer karakterlerle kesişen öyküleriyle kurguda yer buluyor. Örneğin Cevdet, Talat ile ortak bir geçmişten gelmesine rağmen, içinde bulunduğu karmaşadan kendine hiç pay çıkarmaması, adeta hiç etkilenmemesiyle öne çıkıyor. Umursamazlığıyla Cevdet bu dönemi, yarını olmayan ilişkilere savrularak ve daha çok unutarak yaşar. Kendisinin bu savruluşlardaki son durağı, özgüven sahibi, güçlü ve daha akılcı davranan Canan karakteri olur. Fakat öncesinde ilişkide bulunduğu kadınlardan Yasemin, güçsüz ve melankolik oluşuyla, Cevdet’in olumsuz ruh halinden daha çok etkilenir. Hatta, kadının trajik sona evrilen öyküsünde, Cevdet’in umursamaz ve savruk tavrının belirleyici bir rol oynadığı dahi söylenebilir.<br />
Nihayet, Ramazan ile Banu birlikteliğinin, eserdeki en iyimser ve uyumlu sevgi ilişkisi olduğu söylenebilir. Yoksulluk sıkıntısını diğer karakterlerden daha yoğun yaşamalarına rağmen, bu ikilinin kaygı düzeyi, diğerlerinden daha düşüktür. Son olarak, Banu ve Ramazan’ın başka ülkelere kaçak yollarla göç etme girişimi ve ardından yaşadıklarının da, romana hareket kazandırdığını da belirteyim.<br />
<br />
<em style="border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: inherit; margin: 0px; outline-width: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; vertical-align: baseline;">Hayata tutunmalarına, yeniden istemelerine yarayacak, bir söz, bir nefes duymayı umut etse de bu karabasanın ne zaman dağılacağına ilişkin bir işarete, emareye de sahip değildi. Beklemek, istemek yeterli değildi ki. Elinden gelen bir şeylerin olması ya da başka birinin uzatacağı bir el gerekiyordu. Sanki herkes kendi karabasanının karanlığına çekilmişti.<br />İdealler, gelenekler, kuramlar ve ahlakla örülürüz. Dönüp, dönüp “Hayat nedir? Ne istiyorum ben...” diye sorarız. Demirleyecek güvenli limanlar ararken, yelken açıp gitme gücüne sahip olmak da isteriz.<br />Aşkı, tutkuyu isteriz. Nefret etmeyi, asla unutmamayı ve hatırlamamayı dileriz. Hepsinden birazı gelir, bizi bulur. İstediğimiz renkte ve dokuda değildir. Tadı da arzuladığımız gibi değildir. Ama çağırdığımız, istediğimiz, özlediğimiz şeyin "o" olduğunu kabullenmekten başkaca bir seçeneğimizin olmadığını da hissederiz.<br />Kitaptan</em></div>
<div style="background-color: white; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: "Trebuchet MS", Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 20px; outline-width: 0px; padding-bottom: 5px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; text-align: left; text-decoration: none; vertical-align: baseline;">
<em style="border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: inherit; margin: 0px; outline-width: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; vertical-align: baseline;"><b>Erkan Canan / </b></em><em style="border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-right-width: 0px; border-top-width: 0px; font-family: inherit; margin: 0px; outline-width: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; padding-top: 0px; vertical-align: baseline;"><b>Radikal / 24 Ekim 2008</b></em></div>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-27110998985394026932011-11-29T23:39:00.005+02:002012-04-23T18:01:13.883+03:00Biyografi<div style="background-color: white; margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
</div>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: sans-serif; font-size: x-small;"><span class="Apple-style-span" style="line-height: 19px;"><br />
</span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUi8s93BkjBtWn6VoMamQNrJw3egQ71yS2OjbkNWwTDfc5SddTKWm6HDVcl8MN-EstYlYc3TlR1mGQyfbUYGY_YXvYBCE4Sv7CW2gKFhwIfM_mUVyW9EMq-BarQZw1nQoIcbVWBYgnmY0/s1600/recep_genel_2011.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="231" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUi8s93BkjBtWn6VoMamQNrJw3egQ71yS2OjbkNWwTDfc5SddTKWm6HDVcl8MN-EstYlYc3TlR1mGQyfbUYGY_YXvYBCE4Sv7CW2gKFhwIfM_mUVyW9EMq-BarQZw1nQoIcbVWBYgnmY0/s320/recep_genel_2011.jpg" width="320" /></a><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif; line-height: 19px;">Recep Genel, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesine bağlı Beshkızakhable (Hilmiye) köyünde dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi, iletişim Fakültesi mezunu. Recep Genel 1993 yılında Gençliğin Sesi'nin Yayın Yönetmeni olarak gazeteciliğe başladı. İmzalı, imzasız çok sayıda makalesi yayımlandı. Çeşitli yayın organlarında yayın yönetmeni, yazıişleri müdürü, editör olarak görev aldı. Recep Genel'in ilk romanı olan “Bilmiyorumkadın” (Scala Yayınları) 2008'de yayımlandı. Okurların ve edebiyat çevrelerinin beğenisini kazanan “Bilmiyorumkadın” 90'lı yıllarda Türkiye’de yaşanan politik karmaşanın, çatışmaların orta yerinde, kendi açmazlarını, geçmişten gelen acılarını bir girdap gibi yanında taşıyan insanların hayata tutunma mücadelesini Behiye ve Talat'ın 'olmaz', 'onmaz' aşklarını olayların merkezine koyarak anlatıyordu. Recep Genel, “Tanrının Çorbasını İçmiştik” (2009, ithaki Yayınları) adlı ikinci eserinde ise 1930 yıllarda Kayseri’de başlayıp İstanbul’a uzanan bir öykü ekseninde cumhuriyetin ilk yıllarında “Türkçe Konuş Vatandaş” kampanyaları ile de desteklenerek sürdürülen asimilasyon politikalarını eleştiriyor. Roman aynı zamanda Çerkes, Kürt, Ermeni ve Rumların gözünden genç cumhuriyeti de sorguluyor.</span></div>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif; line-height: 19px;"><br />
</span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif; line-height: 19px;"><b>BİLMİYORUMKADIN</b></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKDS_c-_zGwI-N03d7D9MgrH7GsKs3KR4lUh7zoHmZ2A1Qh4CJMHV7gPYttHm8Lcah0YvE_abHrY_QDPg9j4gsrveTYxcIRjLWVBk7pkADT9W6svetsI3kkcnoyHk_eWBWbJkozw9mVEU/s1600/bilmiyorumkad%25C4%25B1n_kapak.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKDS_c-_zGwI-N03d7D9MgrH7GsKs3KR4lUh7zoHmZ2A1Qh4CJMHV7gPYttHm8Lcah0YvE_abHrY_QDPg9j4gsrveTYxcIRjLWVBk7pkADT9W6svetsI3kkcnoyHk_eWBWbJkozw9mVEU/s200/bilmiyorumkad%25C4%25B1n_kapak.JPG" width="132" /></span></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><b style="font-size: small; line-height: 19px; text-align: -webkit-auto;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Scala Yayınları,<br />
Temmuz 2008, 196 sayfa</span></b></td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif; line-height: 19px;">Recep Genel, Bilmiyorumkadın’da toplumun çok farklı kesimlerinden insanları ortak acılar etrafında bir araya getirerek, toplumsal çatışmaların yarattığı sorunların ne kadar derin izler bırakabileceğini göstermek isterken, her insanın hayatının bir parçası olan aşkın da bu yaralardan nasibini alacağını da gösteriyor. Romanın ana kahramanlarının geçmişte aidiyet ilişkisi kurdukları şeylerden bir şekilde ayrı düşmüş ve geleceğe de dair umutlarını yitirmiş olmaları dikkat çekiyor. Kısacası, onların aşktan başka tutunabilecekleri bir şeyleri yok. Ancak, aşk tüm acıları unutturabilecek, her şeye iyi gelecek bir tılsım değildir. Recep Genel’in ilk romanı olan Bilmiyorumkadın aynı zamanda güçlü bir aşk hikâyesi… Üstelik sadece kitabın ana karakteri olan Behiye ve Talat’ın aşk hikâyesi de değil. Bilmiyorumkadın’da Ramazan ile Banu’nun birbirine tutunarak ayakta kalma çabaları ve birlikte yaşayabilmek için ülkeyi terk etme maceraları, Yasemin’in Cevdet’le yaşadığı ilişkinin yarattığı acılardan kurtulmak için kendini Erzurum’a sürgün etmesi romanda en az Behiye ve Talat’ın ilişkisi kadar ilgi ile okunuyor. Kitaptaki karakterlerin ortak yanı ise ait oldukları hayatlarından kopmuş, köklerinden koparılmış olmaları… </span></div>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif; line-height: 19px;"><b><br />
</b></span></span></div>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif; line-height: 19px;"><br />
</span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br />
</span></div>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif; line-height: 19px;"><b>TANRININ ÇORBASINI İÇMİŞTİK</b></span></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWtoT0unaFkP_diu763ug0ODxxC3PHVVLM1-zoowhRZa9eY6f2rStkYw-A9KOx7ZnUamiuKBS31uZBEAYS9xtYpPUjhCu9qq6wv-Z_u6u4wzU2CYK81jUVl8wD_wEo2M64NqAyVQSWW0Q/s1600/tanr%25C4%25B1n%25C4%25B1n_corbas%25C4%25B1n%25C4%25B1_icmistik.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWtoT0unaFkP_diu763ug0ODxxC3PHVVLM1-zoowhRZa9eY6f2rStkYw-A9KOx7ZnUamiuKBS31uZBEAYS9xtYpPUjhCu9qq6wv-Z_u6u4wzU2CYK81jUVl8wD_wEo2M64NqAyVQSWW0Q/s200/tanr%25C4%25B1n%25C4%25B1n_corbas%25C4%25B1n%25C4%25B1_icmistik.JPG" width="125" /></span></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><b style="font-size: small; line-height: 19px; text-align: -webkit-auto;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">İthaki Yayınevi, <br />
Aralık 2009, 226</span></b></td></tr>
</tbody></table>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif; line-height: 19px;">Tanrının Çorbasını İçmiştik, 1930’lu yıllarda Uzunyayla’da başlayıp İstanbul’a uzanan bir öykü ekseninde farklı etnik gruplardaki Türkiyelilerin gözünden cumhuriyetin ilk yıllarını resmederken, onların acılarla dolu var olma serüvenlerine de tanıklık ediyor. Recep Genel, romanı “Henüz her şeyin başıydı. Unutmak için de anlatmak için de erkendi... Çerkesler, bir taraftan sürgünde yaşamanın acıları ile boğuşurken, diğer yandan yeni yurtlarının bir parçası olarak kabul edilmek için çaba harcıyordu. Zaman içinde yitirdikleri benliklerinin yerine koyabilecek bir şeye hiçbir zaman sahip olamayacaklarını idrak edeceklerdi… Bu ülkenin bütün göçmenleri, bu ülkeden kopan tüm mülteciler gibi…” sözleriyle özetliyor. Çerkeslerin yaşadığı kimlik çatışmalarına da geniş yer veren romanda şu sözler dikkat çekiyor: “İstanbul’dan ayrıldığı andan başlayarak, sadece Hattu Aslen’di. Ve Hattu Aslen, İstanbul nedir bilmezdi. İstanbul’u sadece Aslan Güzelyurt görmüştü. Bir bedende iki ruh taşıyordu. Aslan Güzelyurt ne zaman İstanbul’dan ayrılmak istese, acıya boğulur, öksüzleşir, ne zamanki onu taşıyan araç Pazarören’den çıkıp, Pınarbaşı’na doğru yol alsa, Hattu Aslen’in içini özlem basar, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi olur ve kapılarının önüne ulaşıncaya kadar, yerlerini ezbere bildiği her değirmenin, her iğdenin, her söğüdün izini sürerdi... Yine Uzunyayla’daydı. Ve her ne kadar kendisini buraya ait hissetmese de, burada Hattu Aslen olmak, o kabul etsin ya da etmesin Aslan Güzelyurt olmaktan daha iyiydi.”</span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br />
</span></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: 0.5em; margin-top: 0.4em;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: sans-serif; font-size: x-small;"><span class="Apple-style-span" style="line-height: 19px;"><b><br />
</b></span></span></div>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-12747721123583387282011-10-25T22:51:00.001+03:002011-11-30T00:05:25.569+02:00Sürgünde yaşayan bir ulusun romanı<div class="MsoNormal"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlHoB3fSnGjEsQkni2b5m3grKJ41Xga3bfScqEccxpABwzfw8lLFtragH0OECEkAYNQSVc_3VJkPGZWKwLot5w9981SjscnXKaVpMkQ13b2kgyrqQU1ol3ZbdO76uNyJJ1C9jrkC5tiPE/s1600/romankahramanlar%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlHoB3fSnGjEsQkni2b5m3grKJ41Xga3bfScqEccxpABwzfw8lLFtragH0OECEkAYNQSVc_3VJkPGZWKwLot5w9981SjscnXKaVpMkQ13b2kgyrqQU1ol3ZbdO76uNyJJ1C9jrkC5tiPE/s320/romankahramanlar%25C4%25B1.jpg" width="249" /></a></div><span class="Apple-style-span" style="color: #666666; font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 17px;">‘Tanrının Çorbasını İçmiştik’, romanını kahramanları Çerkes olan romanlardan ayıran en önemli şey, onun bir Çerkes kahramanın, bir grup Çerkes’in hikâyesini anlatmaktan öte, sürgünde yaşayan bir milletin fotoğrafını çekmesidir.</span></div><br />
<div class="MsoNormal"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"></span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666; font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 17px;">Recep Genel, romanda ustaca bir kurguyla birleştirdiği irili ufaklı öyküler aracılığıyla aydınından, esnafına, işsizinden imamına kadar yaşamın her alanındaki Çerkesleri, sürgün bir ulusun parçaları olarak bir araya getiriyor. Recep Genel romanda, sürgün bir ulusun fotoğrafını çekerken tarihsel gerçeğin zemininden ayrılmadan masaldan gerçeğe, gerçekten masala uzanan bir zeminde hareket ederken, Uzunyayla’nın kendine özgü coğrafyasını da destansı bir üslupla arka fona yerleştiriyor. </span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"></span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666; font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 17px;">Tanrının Çorbasını İçmiştik, at sırtında dörtnala yol alan binicilerle açılıp, bir öyküden bir diğerine hızla akarken, yer, zaman ve mekân arasındaki ilişkiyi bir kenara koyarak, bazen Hititlere kadar uzanıp “Çerkeslerin en eski yurtlarından biri Anadolu’ydu” diyor. Bazen 1970’lere kadar dönemin politik olayları içinde savrulan Çerkesleri resmediyor. </span></div><div class="MsoNormal"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"></span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666; font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 17px;">Romanın bugüne kadar pek öne çıkmayan en önemli kahramanları ise Gune ile Zehid olsa gerek. Zira yazar, onların aşkını “Ferhat İle Şirin”, “Leyla İle Mecnun” gibi destansı bir aşkı resmederken, hikâyeyi de bu aşkın etrafında birleştiriyor. </span></div><div class="MsoNormal"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"></span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666; font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 17px;">Zehid ile Gune romandaki diğer kahramanlardan ayrı olarak, kendi aşklarının derdine düşmüş gibi görünse de yazar, onların aşkını bir ulusun, her şeye karşın yaşama iradesi gibi resmetmekten geri durmuyor. Zehid’in Gune’yi kaçırıp gece karanlığında Kayseri’den Uzunyayla’ya doğru at sürdükleri bölümde yer alan şu cümleler ise zihinlere çakılı kalıyor:</span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"> "</span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"> <span class="Apple-style-span" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: x-small; line-height: 14px;"><i><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Ortalık ağarmak üzereyken, karanlık bir denizin kıyıları döven ak köpükleri gibi, dalga dalga Hınzır’a doğru akan bulutları izleyerek, Panlı’nın, Akören’in içinden geçip Aygörmez’e ulaştılar.</span></i></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%; text-indent: 14.2pt;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><i><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Atların toynakları Hatukuay çayırlıklarına değdiğinde, başarmanın sevinci, çocuksu mutluluğu atlıların yüzüne yerleşti. Yorgun atlarını dinlendirmek için yularlarını gevşetip, başlarını Kayseri’ye doğru çevirdiler. Aldıkları onca yolu, kazandıkları zaferi görmek istercesine gülümseyerek bakıyorlardı. Çörmüşek Boğazı’na girmişlerdi. <o:p></o:p></span></i></span></div><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"> </span><br />
<div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%; text-indent: 14.2pt;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><i><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">… <o:p></o:p></span></i></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%; text-indent: 14.2pt;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><i><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Yanından geçtikleri derenin üzerinde, dereyle koşut, küçücük bir bulutçuk asılıydı; neredeyse sabah olacaktı, atlar havanın soğuğuna karşın terliydi.<o:p></o:p></span></i></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%; text-indent: 14.2pt;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><i><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Gece boyunca hiç mola vermeden, arkalarına bakarak at sürmüş, Gune’nin ailesinin onların ardına düşmesi ya da jandarma ile karşılaşma kaygısıyla yol almışlardı.<o:p></o:p></span></i></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%; text-indent: 14.2pt;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><i><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Oysa şimdi Aygörmez’in kıyısındaki çayırlıkta, çiy tanelerinin ıslaklığı atların toynaklarında, ağır ağır ilerliyor, bundan sonrasını düşünmeye ihtiyaçları varmış gibi davranıyorlardı.<o:p></o:p></span></i></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%; text-indent: 14.2pt;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><i><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Gune’nin heyecanı ise hepsininkinden farklıydı. Yeşil gözlerini ufka dikmiş, orada bir yere bakar gibiydi. Bir gecede, bir hayattan bir diğerine dörtnala at sürmüştü.” (sayfa 159)<o:p></o:p></span></i></span></div><span class="Apple-style-span" style="color: #666666; font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 17px;">Kuşkusuz bir ulusu resmediyorsanız, onlarca karakteri iç içe geçirmeli, ortaya o ulusun sağlam bir portresini de çıkarmalısınız. Recep Genel’in “Doğduğum topraklara vefa” olarak adlandırdığı roman onca kahramanın hikâyesini usta işi bir kurguyla iç içe geçirerek, zor olanı başarıp, sadece bir ulusu resmetmiyor, aynı zamanda heyecanla okunan bir hikâye ortaya çıkarıyor.</span><br />
<div class="MsoNormal"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"></span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666; font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 15px; line-height: 17px;">Romanın en önemli karakteri olan Mahirbiy aynı zamanda Recep Genel’in dedesinin öz yaşam öyküsünden hareketle kurgulanmış. Mahirbiy, gerek Birinci Dünya Savaşı yıllarında başından geçenler, gerekse Uzunyayla’daki hayatı ile Çerkeslerin anavatanlarından sürüldükten sonra yaşadığı tarihsel acıları kendi bünyesinde birleştirdiği gibi, sık sık Çerkes ulusunun sağduyusunu temsil eden bir kişilik olarak ortaya çıkıyor. Yani, onun savaş yılları boyunca başından geçenler, Çerkeslerin ortak acısı olduğu gibi kitabın son bölümünde sorduğu <i>“Kaç vatan için öldükten sonra, vatansız olmaktan çıkacağız”</i> (sayfa 219) soru da Çerkeslerin ortak bir sorusudur.</span><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"> </span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span class="apple-style-span"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Recep Genel bir söyleşisinde, Mahirbiy’in hayat hikâyesini anlatırken şöyle diyor:<i>“Kitabın önemli kahramanlarından Mahirbiy’i yazmak da kolay olmadı. Onun hakkında benim de ailemin de bilgisi klişelerden ibaretti. Birinci Dünya Savaşı’nda askere alınmış, önce Yemen ardından Amman’da savaşmıştı. Sonra kentin İngilizlerin eline geçtiği gece Amman Çerkesleri dedemi kurtarmıştı. Dedem o andan sonra 15 yıl Amman’da yaşamış, evlenmiş üç çocuk yapmıştı. 1930’larda ise ailesini bırakıp Türkiye’ye dönmüştü. Nitekim ‘80li yıllarda benim öz yeğenim Ankara Ürdün Konsolosluğu’na atandı. Yıllarca Ürdün Konsolosluğunda memur olarak çalıştı. Emekli olduktan sonra Suriye’ye yerleşti. Karısı Suriyeli bir Çerkes’di. Yani ailemin trajedisini anlatmak bir bakıma Çerkes halkının trajedisini de anlatmak anlamına gelecekti.</i></span></span><span class="apple-converted-space"><i><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">” </span></i></span><span class="apple-converted-space"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;"> (</span></span><em><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">12 Kasım 2009’da Hürriyet ve Referans gazetelerinde yayımlanan söyleşi)</span></em><span class="apple-converted-space"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;"><o:p></o:p></span></span></span></div><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"> </span><br />
<div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span class="apple-converted-space"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Dikkat edilirse bu hikâye aynı zamanda Çerkeslerin yaşadığı büyük trajedinin küçük ölçekli bir tarifi ya da kişisel bir hikâyede vücut bulmasından başka bir şey değil. Yani, yazar aslında dedesinin otobiyografik hikâyesini anlatmaktan çok, bir ulusun yaşadığı ortak acıların simgesi olarak kendi Mahirbiy karakterini yaratmayı tercih etmiş gibi görünüyor.</span></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><br />
</span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span class="apple-style-span"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Azınlık politikaları da eleştiriliyor<o:p></o:p></span></b></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><br />
</span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span class="apple-style-span"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Recep Genel, Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşayan Çerkesleri resmederken dönemin poyitik atmosferinin de iyi bir portresini çıkartmaya da özel bir önem veriyor. Çerkeslerin Türkiye’deki yaşamlarını, çektikleri acıları, ülkede uygulanan asimilasyon politikalarının bir parçası olarak ele alıp, yer sert sert bir dille eleştirmekten de geri durmuyor. <o:p></o:p></span></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span class="apple-style-span"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Roman ayrıca, Çerkesler arasında büyüyen Ermeni asıllı Ahmet şahsında Tehcir’e uğrayan Ermenileri, Kriyaki’nin İstanbullu ile ilişkisini anlatırken, mübadelede Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakılan Rumları, Dersim olaylarından sonra Kürtlerin yaşadığı acıları da Çerkeslerin acılarının yan yana koyuyor. Recep Genel bu yaklaşımını “Anadolu’da yaşayan herkes biraz sürgünde yaşar gibi yaşıyor. Bu tarife ülkeyi ekonomik ya da politik nedenlerle terk eden milyonlarca mülteciyi de eklerseniz; hepimizin biraz göçmen ve biraz yurtsuz olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Bu yüzden sık sık geriye dönüp kendi benliğimizi, eksik ve yarım bir taraflarımızı tamamlama ihtiyacı duyuyoruz” </span></span><span class="apple-converted-space"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">(</span></span><em><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">12 Kasım 2009’da Hürriyet ve Referans gazetelerinde yayımlanan söyleşi)</span></em><span class="apple-converted-space"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;"> </span></b></span><span class="apple-style-span"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;"> sözleriyle özetliyor.</span></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><br />
</span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span class="apple-converted-space"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">'Dı Tıleys'<o:p></o:p></span></b></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><br />
</span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Kitabın final bölümünde Çerkes toplumunun sürgündeki yaşamı için Mahirbiy, Zehid’e “Dı Tileys” (Tıleyiz) , (Sayfa 219) diyor. Ya da yazar, Çerkeslerin anayurtlarından ayrı sürdürdükleri yaşamı “Tıley” olarak adlandırıyor. <o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Tıley, eski Çerkes kültürü içinde özel bir yere sahiptir. <o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Yine romanda yer alan Adigece Sözlük’te “Tıley” için şu sözlere yer veriliyor: “Adigeler, bir daha asla geri dönmemek üzere sefere çıkan savaşçılarını Tıley olarak adlandırırdı. Eski çağlara kadar uzanan bu geleneğe göre, gönüllü savaşçı için yola çıkmadan önce sade bir tören düzenlenirdi. Törende, Tıley’in kız kardeşi, kırmızı kumaşa ilk makas darbesini indirdi. Kırmızı kumaşa vurulan makas darbesiyle birlikte Tıley'in yaşamla arasındaki bütün bağların kesildiğine inanılırdı. Bu dinsel tören sırasında sadece saldırı silahlarını kuşanan Tıley, çıktığı seferden geri dönmezdi. Zaten Tıley, Adigece "Kayba verdiğimiz" anlamına gelir.” (Sayfa 227)<o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">Böylece Recep Genel anayurtları Kafkasya’dan koparılan Çerkeslerin sürgün yaşamlarının bir “Tıley” hikayesi olduğunun altını çizmek istiyor. <o:p></o:p></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><br />
</span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><span class="apple-converted-space"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt; line-height: 115%;">H. ÖZGÜNDÜZ / Roman Kahramanları / Ekim 2011 <o:p></o:p></span></b></span></span></div><div class="MsoNormal" style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: small; line-height: 115%;"><span class="Apple-style-span" style="color: #666666;"><br />
</span></div>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-52366446668751889192010-10-31T20:20:00.007+02:002012-04-13T21:26:01.611+03:00Bir yanım, diğer yanımı inkâr ediyor<div class="ecxMsoNormal">
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<b style="text-align: -webkit-auto;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"><br />
</span></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<b style="text-align: -webkit-auto;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"><br />
</span></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<b style="text-align: -webkit-auto;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"><br />
</span></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<b style="text-align: -webkit-auto;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Ne zaman Çerkesçe bir şarkı dinlesem, ne zaman anadilimde konuşsam, bu şehir sanki bana sırtını dönüyor, sanki o anda beni terk ediyor. Ve ben, bu şehirde bir yanım, diğer yanımı inkâr ederek yaşıyorum.</span></b></div>
<span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizAPFIxqyMHq3-uW_4Tj-ay9fRa52X0xOXl0fUnxadSc2mPY3eA18Gu5OouN6DaR3-CXn6tSR3PJY_EAjSydP-ba459TG5znrol684FFEOPDLxb9lepRFm08EmcNPLLbPwvNtgwJgnRtk/s1600/istanbul_ve_sis.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="222" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizAPFIxqyMHq3-uW_4Tj-ay9fRa52X0xOXl0fUnxadSc2mPY3eA18Gu5OouN6DaR3-CXn6tSR3PJY_EAjSydP-ba459TG5znrol684FFEOPDLxb9lepRFm08EmcNPLLbPwvNtgwJgnRtk/s400/istanbul_ve_sis.jpg" width="400" /></a></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Akşamüstü, eve dönüyorum... Sık sık yaptığım gibi kulaklarımı sokağın gürültüsüne tıkayıp, müzik çalardan şarkılar dinleyerek yürüyorum.İstanbul üstüne akşam alacasını çekmiş. Benim şehrim, benim sokaklarım… 26 yılımı geçirdiğim bu kent, bana birçok şeyden daha yakın ve daha sıcak. Bu şehrin sokaklarında avare avare dolaşmaktan duyduğum hazzı bana hissettirebilen çok az şey var. Bu kente ayak bastığım gün, kendi kendime “Bu şehirde yaşamalıyım. Buradan başka bir yere gitmek istemiyorum” dediğimde, henüz birkaç saattir İstanbul’daydım. O günden bu yana, hep aynı duygularla yaşadım. İstanbul’u, İstanbul’un her halini sevdim. Onun keşmekeşi içinde kaybolup gitmeyi sevdim.Ben sokaklar boyunca yürürken, müzik çalardan bir şarkı, bir şarkı daha kulaklarıma ulaştı. Sonra birden bire, acılı bir kadının feryadı gibi “Kayseri ghueguem” çalmaya başladı. Hani şu Destur’un “Yar Alıh Kayseri ghueguem” diye başlayan şarkısı… Üstelik çığlıklar benim dilimde, sözler benim acılarımdı.Bir anda 27 yıllık şehrim, ayaklarımın altından kaydı. Kulağıma dolan müzik, duyduğum bu sözler, her kelimesini ruhumun derinliklerinde bir yerde hisseden ben… Hiçbirimiz bu kente ait değildik. Bu kent, “Kayseri ghueguem”e, onun diline, müziğine, ritmine yabancıydı. Ne sokaklarını, ne de caddeleri bizi tanımıyordu, bu kentin.Etrafımdan gelip geçen herkes bu kentin bir parçası olabilirdi. Ama ben İstanbul’un sığınmacısı, sürgünü, mültecisiydim. Beni anlaması, şarkılarımı anlaması imkânsızdı. Benim şarkılarımı anlasa bile, onun için yabancı bir dilden ezgiler olacaktı. 26 yıl daha iki denizin bir birine karıştığı bu kentte yaşasam da bunu değiştiremeyecektim.Ne zaman Çerkesçe bir şarkı dinlesem, ne zaman anadilimde konuşsam bu şehir, sanki bana sırtını dönüyor, sanki o anda beni terk ediyor. Ve ben, bu şehirde bir yanım, diğer yanımı inkâr ederek yaşıyorum.Bazen, hayatınızdaki bütün parçaları ayıklamaya başlarsınız, tıpkı bir evi toparlar gibi yavaş yavaş, bir ucundan toparlanmaya başladığınızda, kısa sürede her şey gereksiz, anlamını, değerini, zamanın bir yerlerinde yitirmiş gibi gelir. Bırakın, artık sizi yoran bir şeyleri toparlayıp kaldırmayı, hepsini öylece ortada bırakıp, çıkıp gitmek istersiniz.Yaşadığınız şehir, oradaki eviniz, yıllardır tüm yorgunluklarına eziyetlerine katlandığınız işiniz, acılarınızı, sevinçlerinizi paylaştığınız dostlarınız, ne varsa, ne varsa, hayatınızdan çıkıp gitmesini arzularsınız. Hem de bunun sifonu çeker gibi bir anda yapmak istersiniz. Böylesi zamanlarda bir ayrıntı, bir şarkı, bir obje yani bir şey… yıllardır belleğinizin gerisine attığınız ne varsa ortaya döker. Size yeni bir yol, yeni bir hedef ve yeni bir hayat vaat eder.Kulaklarıma dolan “Kayseri ghueguem”u dinlediğim her saniye, hiçbir zaman ait olamayacağım, her zaman sürgün yaşadığım, bir kentin sokaklarına bakar gibi İstanbul’a baktım. Vapura bindikten bir süre sonra, iki denizi bağlayan boğazın üstünden dalga dalga köpük köpük geçerken, başımı çevirip Karadeniz’e doğru baktım.Bu denizin öteki ucunda Sohum, Tuapse, Gagra, Soçi vardı. Bu sular, buradan Sohum’a Soçi’ye akıyordu.Aynı denizin kıyısında, aynı sulara bakıyorduk. Sohumlu, Soçili balıkçılar, benim ülkemin sularına ağlarını atarken, ben sürgün yatağımda uyanıyorum.Sohumlu balıkçılar, akşamları ağlarını toparlayıp evlerine dönüyor. Ben her gece, yabancı bir şehrin koynunda yatıyorum.Acaba, Sohum’un, Soçi’nin sokaklarında yürüyüşe çıkan kardeşlerim kendi yurdunda, başında bir çatıya sahip olmanın ne büyük bir mutluluk, ne büyük bir huzur olduğunun farkında mı… </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;">
</div>
</div>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-50593476602557361612010-09-05T03:13:00.010+03:002011-08-08T15:53:06.326+03:00Ne Türkiye'ye ait olabildik ne de Kafkasya'ya…<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnPps4opv-xZ3ReMd6MwKAazwqVpMSMCvLjuk_c5K_Y4eIScAZNTDzdzw2ePGB8nRwovWk5PAvFe7sAfhNcvrh9azSKFtFJsgqXkG114cNcrGjc0KGLh_BvuN26RYp8WHsTo3sU2O8jt0/s1600/recep_genel_may%25C4%25B1s_2011.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnPps4opv-xZ3ReMd6MwKAazwqVpMSMCvLjuk_c5K_Y4eIScAZNTDzdzw2ePGB8nRwovWk5PAvFe7sAfhNcvrh9azSKFtFJsgqXkG114cNcrGjc0KGLh_BvuN26RYp8WHsTo3sU2O8jt0/s640/recep_genel_may%25C4%25B1s_2011.jpg" width="478" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br />
</div><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Recep Genel, İthaki Yayınları'ndan çıkan "Tanrının Çorbasını İçmiştik" adlı ikinci romanında, kendi ailesinin de içinde olduğu, 1864'te Kafksaya'dan Anadolu'ya sürülen Çerkesleri anlatıyor. Ve aslında Çerkeslerden yola çıkarak, Türkiye'de varlığı hiçbir zaman kabul edilmemiş bütün itilmişleri anlattığını söylüyor. Büyükbabası Mahirbiy'in de romanın kahramanlarından olduğu kitapta ayrıca Çerkeslere yönelik asimilasyona, 'Türkçe konuş' kampanyalarına, 1915 olaylarına, Kürt sürgünlerine de değiniyor. Ve bir Çerkes olarak ne istiyorsunuz sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Türkiye'de yaşayan Çerkeslerin tek bir iradesi yok. Bir Ahmet Türk'e sahip değiliz ki, karşımızda bir Onur Öymen olsun." </span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Kitabı yazmaya hangi ruh haliyle yazmaya karar verdiniz?</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Hep içimdeydi. 2004'te sekiz ay Kayseri'de kalmıştım ve çocukluğumda Çerkeslerin yaşadıkları ne varsa, hiçbir şeyin değişmediğini fark ettim. Daha fazla asimile olmuşlardı, dillerini daha fazla unutmuşlardı. </span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Romanınıza 'Çerkes romanı' diyebilir miyiz?</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Bana sorarsanız sadece Çerkesleri yazdığımı hiç düşünmedim. Bu 1930'lu yıllardaki Türkiye'nin romanıdır. Türkiye'de varlığı hiçbir zaman kabul edilmemiş bütün itilmiş, kakılmışları bir araya toplamaya çalıştım: Ermenileri, Rumları, Yahudileri, komünistleri, Çerkesleri, Kürtleri. </span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Dedeniz romanın önemli karakterlerinden biri, romandaki gibi de adı Mahirbiy değil mi?</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- 5-6 yaşına kadar dedemi hatırlıyorum, hakkında bir sürü efsane anlatılırdı. Uzunyayla'da 16 yaşında askere alınmış, Yemen'de savaşmış, ardından Ürdün'de savaşmış, bu savaşın kaç yıl sürdüğüne dair kimsenin bir fikri de yok. 1. Dünya Savaşı boyunca her cephede savaştığı tahmin ediliyor. </span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Hikâyeleri kimden dinlediniz?</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Hikâyelerin sadece köşe taşları vardı, anlattığım kadarından fazlasını dedem hiçbir zaman konuşmadı. </span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Dedenizin diğer çocuklarıyla buradaki aile ne zaman tanıştı? </span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">1952'den sonra hacca gidiyor, dönüşte Ürdün'deki bütün aileyi getirip buradaki ailesiyle tanıştırıyor. Sonraki yıllarda düzenli şekilde bu ziyaretler sürdü. Hatta onlar kasabaya geldiğinde, bu turistler size niye gelir derlerdi bize. </span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Çerkeslerin nasıl yaşadığını anlatmak için mi yazdınız, bir iç döküş müydü?</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Aslında yazarken Türkiye'de herkesin biraz göçmen, herkesin biraz yurtsuz, vatansız olduğunu kayda geçirmek istedim. Benim en çok ilgilendiğim taraf sürgün hikâyesiydi. Türkiye'ye ait değiliz Çerkesler olarak</span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Hâlâ mı?</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Ait olmak, öncelikle kabul edilmekle ilgili bir meseledir. Eğer dahil değilseniz, ait de değilsiniz. Ortalama insanların aklında, Çerkes dendiğinde kalpak, güzel kız, kama, at, belki biraz orman dışında hiçbir şey yoktur. </span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Hiç var sayılmadık mı diyorsunuz?</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Düne kadar Çerkes de yoktu, Kafkas Türkleri diye bir şey vardı. Türkiye'deki yalanlar tarihinin bir parçası olarak örülmüş, başka bir yalandı. Çoğu insan bugün bile Çerkesce diye bir dilden habersizdir. </span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">- Her Çerkesin bir Çerkesçe adı da varmış, sizin var mı?</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"> Benim yok, olmaması annemin gördüğü bir rüyayla ilgili. Ama her Çerkes ailesinin bir soyadı vardır, bizim soyadımız K'enet.</span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">---------------------------------------------------<br />
AZINLIK MIYIZ, DEĞİL MİYİZ, BİLMİYORUZ</span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Recep Genel, 'Vatanınız Türkiye mi Kafkasya mı?' sorumuzu şöyle yanıtlıyor ve devam ediyor: "Tarihin sorusu gibi bir şey bu. Bugün azınlık olup olmadığımız sorusunun yanıtını Çerkesler de tartışıyor. Rusya düşman olduğu, sürgünlüğümüzün nedenleri ortadan kalkmadığı sürece bu böyle olacak. Biz azınlık haklarını alması gereken 3 milyonluk bir topluluk muyuz, yoksa çadırını alıp vatanına dönecek bir kalabalık mı? Kürtler 'biz bu toprakların bir parçasıyız, bunların hepsi bizim hakkımız,' derken, Çerkesler bu kavramları ikircikli ve tereddütlü kullanıyor. Çünkü kendimizi nerede tarif edeceğimizi bilmiyoruz. Kurtuluş Savaşı'na kadar hep beraber at sürdük, Antep'te minareden selvi dalından kurşun atanları da, Hasan Tahsin'i de unutmadık. Ama şunu unuttuk: Antep'te minareden selvi dalından kurşun atanlar Türk değildi, Hasan Tahsin de bir Çerkesti. Hainler icat ederken bizim için Çerkes Ethem'i yarattılar, Kürtler için Şeyh Sait'i. Bu yüzden Cumhuriyet'ten geriye sadece Çerkes tavuğu kaldı."</span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">-----------------------------</span></b><br />
<b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">ÇERKESLER NE İSTİYOR? </span></b><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0pt;"><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;">Recep Genel, Çerkeslerin taleplerine ilişkin ise şunları söylüyor: "Türkiye'de yaşayan Çerkeslerin tek bir iradesi yok. Bir Ahmet Türk'e sahip değiliz ki, karşımızda bir Onur Öymen olsun. Ben kendi adımı, aile adımı, köyümün adını geri istiyorum. Kafkasya'dan cebimize koyup getirdiğimiz tek şey bu isimlerdi. Uzunyayla'nın nehirlerine, dağlarına, tepelerine biz isim verdik. Tabii ki, 'anadil konuşmak ana sütü kadar helaldir' diye bir cümle kuranlar şunu bilmeliler ki, anadilde konuşmak için anadilde eğitimin de ana sütü kadar helal olması lazım. Bazı kavramları iğdiş ederek konuşuyoruz. Sanki sadece Kürtlerin varlığını tanımak zorundayız, bunu kabul edersek diğerlerinin isteklerine göz yumsak da olur gibi bir şey çıkıyor. Sözlükler ve tarih kitapları yalanlarla dolu. Bu ülkede 'kart kurt Kürtleri' ve 'Kafkas Türkleri' diye tamamı yalan bilimsel tezler yazıldı. 73 milyon insanın yaşadığı bir apartmandaydık ve apartmanın girişinde 'burada Türkçe konuşmak zorundasınız, başka bir dilde konuşamazsınız,' yazıyordu. Binadakilerin büyük bir kısmı da bu yanılsamayı ezberlemiş ve 'evet burada bizden başka kimse yaşamıyor' diye bir inkâra ortak olmuştu."<br />
<br />
<b><i>06.12.2009 Sabah gazetesinde yayımlanan röportaj</i></b></span><span style="font-family: Calibri, sans-serif; font-size: 11pt;"></span></div>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-87453092197082368772010-09-01T03:19:00.014+03:002012-09-08T00:59:46.301+03:00Gazeteci olmak için yola çıkmadım<div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<strong style="color: #444444; font-size: 15px;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"></span></strong><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLqup56FBF6yrJWa-pzAOqTyxYFkOydWcacCxvVyYXWvEQyFo02pj1xxxaHmEdTczfEfocnEfzk8nRpthm-p4t3DfLCRZzXjhIqXkxbmfwpdmu9hVF9W5Cag9EeOdeidurFUutSioXcjQ/s1600/DSC_0075.JPG" imageanchor="1" style="cssfloat: left; margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" hea="true" height="265" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLqup56FBF6yrJWa-pzAOqTyxYFkOydWcacCxvVyYXWvEQyFo02pj1xxxaHmEdTczfEfocnEfzk8nRpthm-p4t3DfLCRZzXjhIqXkxbmfwpdmu9hVF9W5Cag9EeOdeidurFUutSioXcjQ/s400/DSC_0075.JPG" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<strong style="color: #444444; font-size: 15px;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Bilmiyorumkadın’da Talat ve Behiye ya da Ramazan ile Banu bir şeyler yaşarken arka fonda hep Türkiye’nin o yıllarda yaşadığı toplumsal olaylar var. Sanki her şey dev bir sinema perdesinin önünde cereyan eder...</span></strong></div>
<br /><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><span style="color: #444444; font-size: 11pt;">Gazeteci olmak için yola çıkmadım. Gazetecilik benim için yazarlık yolunda ilerlerken bir durak, istasyondu. Ama içinde olmayı sevdiğim bir istasyon. Yine de mesleğimi sorduklarında bu soruyu “gazeteci” olarak değil “yazar” diye yanıtlamak isterim. Bereket “gazeteci-yazar” diye bir tanım var ve böyle bir seçim yapmak zorunda değilim. Yazarlık, benim lise yıllarımdan bu yana en büyük hayalim. Gazetecilik çoğu zaman yazmamı güçleştiren, deyim yerinde ise beni kendi hayal dünyamdan çıkarıp gündelik hayatın yorucu rutini ile beni boğan bir şey de oldu çoğu zaman. Ancak bu durumdan rahatsız mıyım. Sanırım değil, ekonomi gazeteciliği gibi rakamların arasında gezinen bir mesleğe sahip olmam bana çok şey katıyor. </span>Bana bu, bir ressamın endüstriyel tasarım ile ilgilenmesi gibi bir şey gibi geliyor. Aslında katı anlamsız bir rutinin tekrarı gibi görünen haberler hayatın çıplak gerçeğinden başka bir şey değil. Ayrıca, okur çoğunlukla fark etmese de biz editörler,haberi takip ederken haberciyi de takip etmek gibi bir ayrıcalığa sahibiz. Muhabiri yakından tanırız. Habercinin kendisi de haberin içinde bir yerlerde vardır. Ve ben haber takip etmenin yanı sıra muhabirin haber içindeki varlığını görmenin onun kendine özgü anlatımını her gün takip etmenin bana çok şey kattığını düşünüyorum. Gazeteci olarak yazmak apayrı bir güçlük tabiî ki… Hele ekonomi gazetecisi iseniz bu daha da zor. Ekonomi çevrelerinde ebediyattan bahsettiğinizde “burada ne işin var o zaman” der gibi baktıklarını hissedersiniz. Aynı şekilde de roman yazmaya soyunduğunuzu duyan, bilen sanat çevreleri sanki “ sen kendi haberlerine dön…” der gibi yaklaşır size. Bir internet sitesi “ Ekonomi editöründen aşk romanı” diye başlık atmış. İki olmazın bir araya gelmesi gibi… Sanırım bunun gerçeklik yanı da var. Benim rahatsızlığım daha çok zaman ile ilgili. Kendi öykülerimi yazarken ya da içimdeki adamın sesini takip ederken, onları anlamlı bir bütünün parçası haline getirmek, o sesi takip edip, kendi öykülerimi yaratmak için yeterince zaman bulamıyorum. Bazen günlerce aynı cümle, aynı paragraf zihnimin içinde dönüp durur, ama ben o cümleyi yazmak için vakit bulamam. Bu bir yazar için çok sıkıntılı bir durum. Ayrıca roman yazmak sadece ilham geldiğinde cümleleri alt alta sıralamak ile yapılabilecek bir uğraş değil, çok fazla emek, dikkat, özen isteyen, çaba gerektiren bir şey.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><strong><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Bir öz yaşam öyküsü değil</span></strong><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">“Bilmiyorumkadın” yayınlandıktan sonra sık sık karşıma çıkan soru “Bu bir öz yaşam öyküsü mü?” oldu. İlk önce ve kesinlikle bu bir öz yaşam öyküsü değil. Ancak, “kendi hayatın yazdıklarının satır aralarında yok mu” diyorsanız “Evet, var” Yaşadıklarım, çevremdeki insanların hayatları beni etkilemiyor mu… Tabii ki etkiliyor, Ve yazmaya başladığımda da tüm bunlar cümlelerimde hayat buluyor… Ancak, Bilmiyorumkadın’da kendi hayatımın bir dönemini ve yaşadıklarımı anlatmadım. Ben, beni de çok etkileyen her şeyin yerinden oynadığı, bütün kavramların, tariflerin, altüst olduğu ‘90lı yılların Türkiyesini anlatmaya çalıştım. </span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">Bilmiyorumkadın’da Talat ve Behiye ya da Ramazan ile Banu bir şeyler yaşarken arka fonda hep Türkiye’nin o yıllarda yaşadığı toplumsal olaylar var. Sanki her şey dev bir sinema perdesinin önünde cereyan eder gibidir. Perdenin önünde roman kahramanları, perdede ise Türkiye var. Okur bazen Türkiye’yi izler, bazen perdede olan biten her şeyi bir kenara bırakıp Talat ve Behiye’nin hikâyelerine odaklanır. Yapmak istediğim şey böyle bir şeydi. </span><br />
<b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span></b><em><b><span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;">2 Eylül 2008'de Referans gazetesinde yayımlanan söyleşinin tam metni...</span></b></em><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Trebuchet MS', sans-serif;"><br /></span><b><br /></b>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-9135232003934251826.post-81373126163148700512010-09-01T02:27:00.005+03:002011-08-18T23:12:02.985+03:00Kaf Dağı’nın çocukları 146 yıldır sürgün<strong>Çerkesler, </strong><strong> bazen özgürlük savaşçılarıyla birlikte, </strong><strong>bazen özgürlük için savaşanlara karşı,ama her defasında kendilerine ait olmayan tüm savaşlar ve cephelerde kıran kırana çarpışmaları göğüslemek durumunda bırakıldı. Ve her savaş onları daha çok parçaladı. </strong><br />
<strong></strong><br />
<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTbqiMnMCg439TkQhWcn7Zg-y1myHM-KnQwCN3WMxqaH64fKvEDkw8iD9bQdWr7-nH2ut_Oq5eKm3Muu7DJ0gt7Py1OyaWQp1fhNcqhWT3FZra0NCv5VYdK0omGn9gG7sY86L6gDwDb9A/s1600/aile2.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" ox="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTbqiMnMCg439TkQhWcn7Zg-y1myHM-KnQwCN3WMxqaH64fKvEDkw8iD9bQdWr7-nH2ut_Oq5eKm3Muu7DJ0gt7Py1OyaWQp1fhNcqhWT3FZra0NCv5VYdK0omGn9gG7sY86L6gDwDb9A/s320/aile2.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Dedem Mahirbiy'in Amman'dan ayrılmadan kısa<br />
bir süre önce çocukları Muhammed (solda) ve <br />
Ahmet ile çektirdiği son fotoğraf.</td></tr>
</tbody></table><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">Savaşlar ve yıkımları doğru anlayabilmek için bazen bir insanın kişisel hikayesini bilmek gerekir. Yoksa onbinlerce yüzbinlerce insanın savaşlar ve yıkımlarla nasıl yüzleştiğini anlayamayız. Yoksa öldü diye kayıtlara geçen milyonlarca insan rakamlarla ifade edilir olduklarında bize acı ve yıkımı anlatmaz. </div><div style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none;">Kuzey Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına büyük sürgün ile birlikte yaklaşık 2 milyon Kuzey Kafkasyalının sürüldüğünü söylemek bazen bir şey demek değildir. Onlardan bir tanesinin hikayesini bilmek gerekir. Belki de üst katımızda oturan ailenin hikayesini bilmek bir savaşın, sürgünün, çatışmaların yarattığı yıkımı doğru anlamamızı sağlar. <br />
Üst katımızdakiler onlarca yıl sonra bile genetik bir miras gibi kişisel tarihlerinin miadı gibi size kaybolan yakınlarını, savaşta yitirdiklerini ve hala o parçalanmanın acıları ile birlikte yaşadıklarını söylediklerinde tarih kitaplarında yazdığı gibi hiçbir savaşın söylendiği gibi bitti denildiği tarihte bitmediği yarattığı yıkımın onlarca yıl daha sürdüğünü bilirsiniz. </div>Tuapse Limanı’na yanaşan silah ve cephane yüklü İngiliz gemisi için Rus general “Değil savaşacak, gemideki silahları indirecek insan kalmadı” diyordu. Kafkas halklarının 150 yıl süren özgürlük savaşı yenilgiyle sonuçlanmak üzereydi.<br />
Böylesine ağır bir yıkım ve kırımdan geride kalanlar için ise Tuapse Limanı artık sürgün yollarına düşmenin adresi olmuştu. Tarihçilere göre 2 milyon Kuzey Kafkasyalı Osmanlı topraklarına doğru sürgün yollarına düştü. Bu öylesine ağır bir yolculuktu ki, gemide yitirdikleri yakınlarının cesetlerini Karadeniz’e atmak zorunda kalan Çerkesler nesiller boyunca balık yemekten sakındı. <br />
Samsun, Trabzon, Köstence, Varna, İstanbul, Akabe ve Kıbrıs Limanlarına ulaştıklarında ise açlık ve salgın hastalıklar yüz binlercesinin daha telef olmasına yol açtı.<br />
Ardından Balkanlarda Osmanlı bayrağı altında Bulgarlara karşı, 1. Dünya Savaşı’nda Sarıkamış’da, Çanakkale’de Yemen’ de ve Hicaz’da savaştılar. Bedevi kabileleri ile birlikte Osmanlı kuvvetlerine saldırdılar. Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu’nun bütün cephelerinde çarpıştılar… <br />
Suriye’de Fransız Bayrağı altında Dürzilere, Bedevilere karşı, Dürzilerle birlikte İsrail’e karşı. İsrail bayrağı altında Araplara karşı, Ürdün bayrağı altında İsrail’e karşı savaştılar. Filistinlilerle birlikte İsrail’e baskın düzenlemek için Şaddül Arab’ı geçtiler. <br />
Öyle bir parçalanma idi ki bu; aynı ailenin çocukları başka başka ülkelerin bayrakları altında bir birleri ile savaşmak zorunda kaldı. <br />
Bazen özgürlük için savaşanlara karşı, bazen özgürlük savaşçıları ile birlikte. Ama her defasında kendilerine ait olmayan tüm savaşlar ve cephelerde kıran kırana çarpışmaları göğüslemek durumunda bırakıldılar. Ve her savaş onları daha çok parçaladı. Çok çok yurtsuz daha çok sürgün bıraktı. <br />
Artık anavatanlarından sürülen Kafkasyalıların kaderi ait olmadıkları topraklara kanlarını akıtmaktı. <br />
Trabzon'daki Rus konsolosunun, tehcir işlerini idare etmekle görevli General Katraçef'e yazdığı raporda "Türkiye'ye gitmek üzere Batum'a 70 bin Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon'a çıkarılan 24 bin 700 kişiden şimdiye kadar 19 bin kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63 bin 900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110 bin kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul'a götürülen 4 bin 650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım." sözlerine yer veriliyor. <br />
Yine Katraçef’in notlarına göre1864 mayısında, 30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. <br />
<br />
<strong>K’enet’ler önce Trabzon’a ulaştı</strong><br />
<br />
1859 yılında Kabardey bölgesinde yaşayan K’enet’ ailesinin bir kısmı da gemiyle Trabzon’a ulaşan aileler arasındaydı. <br />
Tuapse limanında açlık ve sefaletle koyun koyuna haftalarca binebilecek bir gemi bekleyenlerin arasında kaldılar. Sonra kırık dökük teknelerin birinde Karadeniz’i aşarken hemen yanlarındakilerin ölmüş mü yoksa açlıktan soğuktan bitkinlikten bayılmış mı olup olmadığını kontrol bile temeden denize atıldıklarına tanık oldular. <br />
Üç kardeştiler. En yaşlıları Aslengeriy yanında on yaşındaki oğlu Yusufl’a birlikteydi. Kardeşi Haj Metgeriy eşi Fati ve çocukları Elhas, Yismeil, Muslime ve Nagu vardı. Yanlarında en küçük kardeşleri Hajmemet, eşi Guli ve Ali, Fuje, Osmen, Merziye, Kasım ve Şehirhan vardı. Belki bu hikayede adları zikredilmeyen başkaları da var. Ancak, kulaktan kulağa aktarılanlar bu kadar. Bir de Anavatanda bıraktıkları ve akıbetlerini bir daha hiç bilemeyecekleri diğer kardeşleri Kansava, Lusi ve Kenetukue İlyas vardı. <br />
Bugün ABD, Ürdün, Suriye ve Türkiye’nin birçok kentine dağılan K’enet’ ailesinin sürgün hikayeside böylece başlamış oldu. <br />
Trabzon limanında hergün yüzlercesi ölürken, onlarca ailenin yolları ayrılırken parçalanırken onlar nasıl olmuşta başarmışlardı bilinmez. Bir arada kalmayı başardı. Havza’da kurulan kamplarda tam üç yıl sarı hummayla, sıtmayla, kolerayla savaştılar. Üç yılın sonunda hicri 1277’de (1861) Osmanlı Sultanı Abdülhamit’in fermanı ile Uzunyayla’ya doğru yola koyuldular. <br />
Her şeylerini yitirmişlerdi. Kafilenin birkaç parça eşyasını taşıyan katırlar bile onlara ait değildi. Nihayet Uzunyayla’ya ulaştıklarında bugün Beşkızakhable (Hilmiye) köyünün olduğu yerde yeni bir köy kurmak için kolları sıvadıklarında Beşkızak, Kupşın, Nır, Biy aileleri de onlara eşlik ediyordu. Bu beş aile birlikte köyü kurdular. Uzunyayladaki köylerin kurulması sırasında Sivas ve çevresindeki ilçelerde yaşayanlar çeşitli kampanyalar düzenleyerek mültecilerin yerleşimlerine yardımcı oldular. <br />
<br />
<strong>Hınzır’ın eteklerinde olmak... </strong><br />
<br />
Hınzır, yekpare bir mor kayadır… Ona ne kar ne de yeşil çam ormaları yakışmaz. O, her daim mor bir granittir ve ona sadece gün batımı yakışır. Yıllar sonra yine sol tarafımda uzayıp giden Hınzır’a ayın hüzün ve tutkuyla bakıyorum. Tıpkı kızım Janset gibi birkaç yıl önce köye gelirken Hınzır’ın eteklerine ulaştığında “Köyüme gidiyorum, hiç tanımadığım, doğmadığım ve benim için ne ifade ettiğini bilmediğim köyüme gidiyorum” diye not düşmüştü elindeki kağıda. Haklı olmalı. Ben bunca yıl sonra ala Uzunyayla’nın ne anlama geldiğini bilmiyorum. Sadece içimde derin izler bırakan bu hüzünlü bozkırdan ayrı duramasam da içimdeki bir fren ona “yurt, vatan, baba yurdu” gibi kavramlarla onu tarif etmemi engelliyor. Çünkü yurt hiç bulamayacağımız bir daha hiç üzerinde yaşamayacağımız çok uzak diyarların adı. Çünkü 147 yıl sonra bile anayurt diyince hala Kafkasya’dan başka bir şey aklıma gelmiyor. <br />
Uzunyayla’da birkaç yıl içindi 72 Adige köyü kuruldu. Her köyün hikayesi biraz da Beşkızakhable’nin biraz K’enet’ lerin hikayesi idi. <br />
Sürgün yoluna düştükten sonra K’enet’ ailesinin 1893 hrbinde, Birinci Dünya Savaşı’nda cepheden cepheye sürülen amcalarımın akıbetlerinin izlerini sürmekte bir okadar imkansızdı. Bugün elimdeki nüfus kayıtlarına baktığımda yirmisine basmadan savaşlarda ölen amcalarımın akıbetleri hakkında sadece kendi gerçekleğini çoktan yitirmiş paramparça şeyler duyabiliyorum. Ve aynı akıbeti paylaşan Uzunyaylalı Kabardey atlıları için yakılan “Sarıkamış Ğıbze” hepsinin ortak kaderini tarif ediyor. Ağıtın bir yerinde “Tham yi hanthupsım defat” yani tanrının çorbasını içmiştik diyor. Küçük gri Kabardey atlarının sırtında cepheden cephe at süren amcalarının çoğu cephede yaşamını yitirdi. <br />
150 yıl Ruslarla savaştıktan sonra Anadolu’nun, Suriye’nin bütün savaşlarında at sürmek artık K’enet’lerin de kaderiydi. <br />
<br />
<strong>Mahirbiy’in esareti ve sürgünden dönüş</strong><br />
<br />
Dedem henüz 16 yaşında iken askere alındı. Yemen’e gönderildi. Oradan Ürdün’e Amman düşerken İngilizlerden kurtulabilmek için üzerindeki üniformaları çıkarıp kapı kapı Amman sokaklarında koştururen onu Thabısımler evine aldı. Bu Mahirbiy için mutlak bir ölümden kurtuluş, aynı zamanda da ikinci bir esaretin başlangıcı oldu. O tarihten itibaren 15 yıldan fazla bir süre Amman’da yaşamak zorunda kaldı. <br />
Mahirbiy, sahip olduğu tek şeyi atı ile yarışlara katıldı. Kazandığı paralarla İngilizlerden bir kamyon satın aldı. Evlendi. Ahmed, Muhammed ve Fatima isimli üç çocuğu oldu. 1930 yılına geldiğinde Türkiye’ye dönmek istedi. Ancak, eşi çocukları vermek istemediği için Türkiye’ye de gelmek istemiyordu. Zor bir karar vererek karısını ve üç çocuğunu baba evine bırakarak yola koyuldu. Dramatik bir andı. Küçük oğlu Muhammed, ata binmiş yola çıkmaya hazır babasının önüne atlayınca şahlanan at Muhammed’in ayak başparmağını koparır, şoka giren Muhammed ise bir daha hiç konuşmayacaktı. Bu kaza Mahirbiy’in yolculuğunu ertelemesi için yetmez. O inatla kardeşlerinin yanına dönmek istemektedir. Yola çıkar Suriye üzerinden Hatay’a ulaştığında sınırı geçemez. Türk vatandaşı olmadığı söylenir kendisine. Sonra gümrük memurlarına rüşvet vererek sınırı geçmeyi başarır.<br />
Yıllar sonra 1950’li yıllarda haca gider ve dönüşte Amman’a uğrayıp çocuklarını birinci dünya savaşı sırasında aldığı kamyona bindirip Türkiye’ye getirir. Mahirbiy’in bütün çocukları Beşkızakhable’de buluşur. Bu ziyaretin ardı bir daha kesilmez<br />
<br />
<strong>“Bu turistler size niye geliyor”</strong><br />
<br />
Amcam Muhammed her yaz Amman’dan Kalkar Pınarbaşı’na gelirdi. Dedem öldükten sonra da bu ziyaretlerini hiç aksatmadı. Bazen Kız kardeşi Fatima ile bazen hiç Türkiye’ye gelmeyen ama çocuklarının bizimle tanışmasını kaynaşmasını isteyen Ahmed amcamın çocukları ile birlikte. Komşularımız Türkçe bilmeyen bu garip turistlerin neden bizde kaldıklarını bir türlü anlamazdı. Sağır ve dilsizdi Muhammed amcam. Yıllar sonra dedemin evraklarını karıştırırken küçük bir nota rastladım. “Sağır ve dizsidir. Yardım Edin Amman’a gidiyor. Viranşehir Jandarma Karakolu” yazıyordu. Ancak o zaman Muhammed amcamın çocukluğundan itibaren ölünceye kadar sürdürdüğü ziyaretlerin hangi şartlar altında gerçekleştiğini anlayabildim. 1950’li yıllarda insanlar bir başka şehre gitmekte güçlük çekerken oher yaz babasını görmek için Ürdünden kalkıp geliyordu. Dedem Mahirbiy’in elinden, bu ziyaretleri sürdürebilmesi için ona birilerinin yardım etmesini sağlamak için Viranşehir Jandarma Karakolu’dan “Sağır ve dizsidir. Yardım Edin Amman’a gidiyor” diye bir yazı almak gelmişti. <br />
Amman’daki ve Türkiye’deki K’enet’ler buluşmaya devam ediyor. Ve halâ komşularımız “Bu arap turistler size niye geldi” diye soruyor. Bu soru; 1859’da başlayan Büyük Çerkes Sürgününü ve ardından Anadolu’daki bütün savaşlarda at süren Çerkesleri anlatmadan yanıtlanamıyor… <br />
150 yıl sonra, ne sürgün ne de savaşlar sona erdi. Kaf Dağı’nın çocukları halâ savaşıyor… <br />
<br />
<em>21 Mayıs 2010'da Günlük gazetesinde yayımlandı.</em><br />
<div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;"></div><div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;"></div>recep genelhttp://www.blogger.com/profile/11141155062627999627noreply@blogger.com